Yeni dönemin güllük gülistanlık olmayacağını biliyoruzdur sanırım. Kimse kimseye gül bahçesi vaat etmedi. Büyük Türkiye ideali öyle bir şey değil.
Türkiye Yüzyılı dediğimiz eşiğe geldik ama bu rahata ereceğimiz, her şeyin rüya gibi olacağı anlamına gelmiyor. Böyle bir şey beklemeli miyiz? Buna hakkımız var mı? Neden hep daha fazlası için çalışmak zorundayız...? Sorular muhtelif...
Tam burada felsefi tartışmalara da girebiliriz. İnsanın devleti keşfedişi gibi siyaset felsefesinin kör kuyularına dalabilir ya da "insanın dünya gayesi" diye başlayan cümleler kurup metafizik bir alana geçebiliriz.
Bize ölümü unutturan şu hayatın her veçhesiyle yalan olduğundan bahisle masivadaki tüm yapıp etmelerimizi anlamsızlaştıran bir söylem de tutturabiliriz.
Ebuzer makamından konuşup kendimizde olmayan hasletlerle herkese adalet ve ahlak dersi verebiliriz.
Devlet idare edenin hiç böyle lüksleri yok oysa.
Çünkü gerçekler aleminde. Çünkü icraat yapmak zorunda. Her yaptığı ile bir kesimin alkışını bir kesimin de eleştirisini alacak. Alkışla şımarmayacak, eleştiriye katlanacak.
Uzunca bir süredir Türkiye, siyaset arenasında çetin sınavlar verdi.
Türkiye DEAŞ'a destek veren ülke olarak lanse edildi. İktidar partisi içeride ve dışarıda şeytanlaştırıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan diktatör olarak anıldı.
Ve bunlar kendilerini ahlak abidesi yerine koyan insanlarca yapıldı.
En acıklı olanı, kişisel husumetleriyle muhalefet kanadına geçenlerin durumu.
Terör örgütlerinin, içinde barış ve demokrasi geçen cümleler kurarak iktidarı eleştirdiği bir vasattan söz ediyoruz. AK Parti içinde siyaset yaparken partiye çökmeye çalışanların bunu başaramayınca muhalefete geçmeleri de siyasetin çirkin ama şaşırtmayan bir yüzü. Ve geldik bugüne. Görünürde bir yuvarlak masada ama asıl kapalı kapılar ardında yapılan planlar neticesinde Erdoğan'ı alt edebileceğine inananlar 14 ve 28 Mayıs'ta gerçeğe uyandılar.
Şimdi kendi içlerinde bir hesaplaşma yaşıyorlar. Seyirlik bir halleri var. Ama bizim, muhalefetteki padişahlık sisteminin değişmesini bekleyecek halimiz yok.
Yeni bakanların ödevleri evvelkilerden bile çok. "Türkiye Yüzyılı yan gelip yatma yeri değildir" derken kastım elbette bakanlara ayar vermek değil. Onlar zaten işlerinin ne kadar zor olduğunu biliyorlar. Üstelik kadro tam da bu bilinçle oluşturulmuş. Ekonomiden, dışişlerine, milli eğitimden adalet bakanlığına tamamı için yıldızlar geçidi diyebiliriz. Hem hizmet siyasetine devam edecekler hem algıyla mücadele edecekler. İnşa ve ihyayı bir arada götürecekler.
Sadece millette oluşması muhtemel rehavete binaen bunları yazma ihtiyacı hissettim.
Türkiye bugüne kadar verdiği mücadele ile bazı mevzilerden asla geri adım atmayacağını muhataplarına net olarak gösterdi. PKK ve FETÖ meselesini artık kimse Türkiye'ye karşı bir şantaj aracı olarak kullanamayacak. Muhalefet de dersini almıştır umarız. Zira bunları siyaset sahnesinde meşrulaştırmaya çalışan bir yaklaşıma Türkiye'de geçit yok.
Ama sanmayalım ki 2023 bugüne kadar bize düşman olanların dost olacağı yeni bir dönem. Belki bir süre baltalarını saklayacaklar, hepsi bu kadar.
Bir varlığı belli bir büyüklüğe, güce belli bir yere taşıdıysanız artık orada duramazsınız. Ya bisikletin pedalını hep çevireceksiniz ya da devrileceksiniz. Türkiye bu cesamete erişmişse bundan sonra dostlarının değil ancak dost gözükenlerinin sayısı artacaktır. Büyük başın derdi de büyük olur derler ya hani. O misal.
Dönebiliyor muyuz en başa, daha devletin icat edilmediği çağlara? Keşke savaşlar hiç olmasa, sınırlar kalksa, insanlık hep kardeşçe yaşasa değil mi? Kâğıt üzerinde bile hiç inandırıcı değil. Kaldı ki gerçeklik bambaşka.
"Türkiye Yüzyılı" dedik, "Türkiye'nin seçimi" dedik, "Türkiye Yüzyılı'nın kabinesi" dedik.
Güzel diyoruz. İyi ediyoruz. Gereğini de yapmalıyız. Bir başkasından beklemeden, kendi ödevini kendine vererek ve kendi kendini denetleyerek... Ergin olmakla başlayabiliriz.
21. Yüzyıl, "Türkiye Yüzyılı" olsun diyorsak çok çalışmalıyız çok!