Son bir kaç yıldır Türkiye aleyhinde oluşturulan medya savaşı, genel saldırıların özeti olarak yorumlanabilir. Medya üzerinden; Amerika, Almanya, Rusya, İran, Fransa ve İsrail çıkarları, bizimle konuştuğu aşikârdır. Hatta Türkiye’nin DAEŞ terör örgütüne destek yalanıyla, uzun süre algı yaratma işini, önce Amerikan medyasının sonra da görevi Rusya medyasının üstlendiği bilinmektedir.
Son İstanbul’daki menfur ve vahşi terör saldırısı, bu dili birazcık yumuşatsa da, görünen o ki bu konuda Türkiye’nin üzerine çamur bulaştırma gayreti, uluslararası menfaat çevrelerince devam ettirilecektir.
Zaman zaman nedenler değişse de, bu medya saldırılarının terör saldırılarından manevi boyutta farkı olmadan devam ettirilmesi, Türkiye’nin takındığı tavırlarla ilintili olduğu aşikârdır.
Mesela Rusya - Türkiye ilişkilerinin, ABD’ye rağmen düzeltilmesi veya İran - Türkiye ilişkilerinin İran’a rağmen rayına oturtulması, saldıran tarafın kimliği değişse de, içeriği değişmeyecektir.
Türkiye’nin tek renkli dış politika peşinden gitmemesi, dengeleri iyi koruması, blokçuluk zihniyetinden uzak, rasyonel ve pratik çözümlere göre siyaset benimsemesi, yeni saldırıların motifi olacak gibi gözükmektedir.
Rusya ile Türkiye yakınlaşması, Amerika’yı rahatsız edeceği kadar, İsrail - Türkiye ilişkilerinin düzelmesi de, yayılmacı politikalarıyla Orta Doğu’da yeni düzen kurmaya gayret eden İran’ın canını sıkmakta.
İster Rusya konusu olsun, ister İran meselesi olsun, ABD’nin uyguladığı devlet aklı olarak yorumlansa da, Türkiye’nin bu tutumu, geriye adım veya eksen kayması olarak hor görülebilir bazı çevrelerce.
Tam da bu noktada, medyanın gücü devreye giriyor. Örneğin Putin, Amerikan eksenli basın saldırılarına maruz kaldığında akıllıca bir yol denedi. ABD’de hali hazırdaki iktidarın karşısında yer alan, parlak medya temsilcilerini Rusya’ya davet etti. Onlara, mazlum görünerek izahlar verme mecburiyeti hissetti. Hatta Amerika’nın önemli medya kuruluşlarına, Amerikan toplumuna hitap eden makaleler yazdı. Bunu para, diaspora çalışmaları ve elbette Amerika’daki iç dengeleri ve oradaki çekişmeleri iyi analiz ederek uyguladı. Ve inanılmaz faydasını gördü. BBC’nin Putin aleyhinde hazırladığı, içeriği o kadar da elle tutulur argümanlarla dolu olmayan belgeselinin önüne, aynı ülkenin farklı kanallarında İngilizlerin kendisini yalanlar nitelikli kontur argümanlarla dolu belgeseller yaptırabildi. Şunu anlatmaya çalışıyorum. Türkiye’nin doğruları, elle tutulur gerçekleri, o kadar aşikârdır ki, sadece doğru medya hamleleriyle bu doğruları dünyada yaygınlaştırması mümkün. Maalesef uzun yıllar Türkiye, ülkenin dünyadaki medya üzerinden tanıtımını, FETÖ örgütünce yönlendirilmesine sessiz kaldı. Bu stratejik konum, daha sonra FETÖ’nün de katkılarıyla, Türkiye aleyhinde duruma dönüştü.
Şu anda Türkiye aleyhinde tutum sergileyen sadece Rusya, Amerika, Almanya, İran ve İsrail medyası değil. Türkiye’ye kan bağı olan Azerbaycan ve Kazakistan gibi ülkelerin bazı Rus, İngiliz, Fars ağzıyla yayın yapan medya kuruluşlarının da yayın politikası haline gelmiştir.
Hiç unutmuyorum! Bir gün Türkiye’nin eski büyükelçilerinden birine, özellikle Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, medya üzerinden Rusya, ABD, İran ağzıyla algı oluşturduklarına dair endişemi söylerken bana “abartıyorsun, buralarda Türkiye’nin kılına bile cümle sarf edilmez. Halk izin vermez” diye yanıtta bulunmuştu. O kadar isterdim ki; eski büyükelçinin söyledikleri gerçek, ben de abartan ve fazla heyecan yapan durumda olsaydım. Oysa geldiğimiz noktada tam tersi, hatta benim söylediklerimin ve tespitlerimin de üstüne çıkmış vahim bir durum söz konusudur. Anlaşılan o ki; Türkiye kendini tanıtma ve doğrularını anlatma konusunda da üslubunu ve mütevazı tarzını değiştirmelidir. Ve bunu yaparken Türkiyeli aktörleri değil; yere, hitap edeceği ülkeye ve toplumlara göre yerli unsurları, oradaki dostları devreye sokmalıdır. Türkiye’nin; acil olarak uluslararası kamuoyunu hedefleyen medya çalışmalarını devreye sokması, ulusal çıkar noktasına gelmiştir.