Psikiyatri ve psikoloji alanında Batı’da üretilmiş bilginin olduğu gibi başka toplumlarda kullanılıp kullanılamayacağı konusunda bir tartışma var. Bu tartışma “kültürel psikiyatri/psikoloji” diye alt bir çalışma alanının doğmasına sebep oldu.
Artık şu cümleden kimsenin şüphesi yok: “Amerikalı, beyaz, erkek, orta yaşlı ve eğitimli bireyler üzerinden geliştirilen bilginin hem diğer kesimlere hem de Amerika dışı dünyaya olduğu gibi uygulanamaz”. Bu sebeple, Amerika’da üretilen psikiyatrik bilginin diğer kültürel gruplara uygulanması sırasında hataya düşmemenin yolları aranıyor.
Örneğin ölen yakınının arkasından onun seslerini duyduğu yaşantısı bir Amerikalı için işitsel halüsinasyon denilerek, rahatsızlık belirtisi olarak yorumlanırken, birçok kültürde bu yaşantı normalin sınırları içinde kabul edilebilir.
Bir yandan insanın bir ve ortak biyolojik kökeninden dolayı önemli oranda benzerliği, öbür taraftan kültür, coğrafya, tarih vb bir dizi yerel faktör nedeniyle de farklılığının bir arada görülmesi gerekiyor. İşte bu gerekçe, “evrensel olan ile yerel olan arasında denge” olması fikrinin kökenlerini oluşturuyor.
Bir yandan insanlığın ürettiği bilgi ve tecrübeyi karşılaştırmalı olarak ele almak, öte yandan kendi toplumsal, siyasal gerçeklerini dikkate alıp birlikte düşünerek bir model geliştirmek; “evrensel olan ile yerel olan arasında denge” fikriyle uyumlu. Bu sebeple, başkanlık sisteminde dünyanın deneyimlerini dikkate alarak bu topraklara özgü bir model üretme neredeyse entelektüel bir zorunluluk.
Mimarinin evrenselliği ve yerelliği
İklim, coğrafya, kültür ve o bölgede bulunan doğal malzeme mimari üslupları büyük oranda şekillendiriyor. Başka bir ülkenin iklim, coğrafya ve kültür şartlarında şekillenen bir mimari yapının olduğu gibi başka bir yere taşınmasını savunmak zor.
Yıllar önce Anadolu şehirlerinde bir üniversiteyi gezerken, üniversitenin mimari yapısının soğuk olan İskandinav ülkelerinden birinden kopya edildiğini, bu sebeple pencerelerinin bu şehrin iklimine uymayacak şekilde küçük olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Anlaşılan kolaya kaçılmıştı.
Siyasal bir sistem de mimarinin iklim, coğrafya ve kültüre bağımlılığı kadar kendi toplumunun gerçeklerine bağımlı. Ülkedeki toplumsal kimlik gruplarının sayısı ve hali, iktidar mücadelesinin yapılış şekli, demokrasisinin vesayet öyküsü, siyasal liderlikleri, parti yapıları, daha önceki siyasal yönetim deneyimleri vb. dikkate alınmak zorunda.
Dünyadaki farklı başkanlık sistemi uygulamaları
SETA’nın “Dünyada başkanlık sistemi uygulamaları” başlıklı güzel bir raporu var. Bu raporda; ABD, Brezilya, Arjantin, Meksika, Güney Kore ve Şili’deki başkanlık sistemleri karşılıklı olarak incelenmiş.
Karşılaştırmalı inceleme farklılıkları ve benzerlikleri açığa çıkarmada iyi bir yöntem. Örneğin raporda başkanın görev süresi kriteri açısından ortaya çıkan sonuca bakmak bile ülkeler arasındaki çeşitliliği ve yerel şartlardan oluşan dinamiklerin açık etkisi görülüyor.
Rapordan başkanın seçilme sistemi açısından karşılaştırmanın özetini vereyim: “ABD’de başkan dört yıllığına iki kere seçilebiliyor. Brezilya’da da başkan en fazla iki kere seçilebilir ama ilk dört yıldan sonra tekrar aday olabilmesi için bir dönem ara vermesi gerekiyor. Meksika’da başkan bir seferliğine seçilebilir ve görev süresi altı yıldır. Şili’nin sistemi Brezilya ile aynı. Arjantin’in sistemi ise ABD ile benzer. Güney Kore’de ise başkan beş yıllığına bir seferlik seçilebilir”.
Sonuç olarak, ister psikiyatri/psikoloji alanını, ister mimari alanı, isterse de siyasal sistemlerin karşılıklı incelenmesini ele alalım; hem evrenseli hem de yerele şartlara eş zamanlı dikkate almak zorunluluk gibi görünüyor. Bu sebeple Türkiye tipi başkanlık sistemi arayışı sahici bir mesele.