Bu ağır imtihan milletimize çok şeyi, tekrar ve yeniden hatırlattı!
En zor zamanlarda bile, el ele vermenin "Birlik gücün temelidir..." atasözünün, nasıl bir "mânâ" taşıdığını bize yeniden ihtar etti...
Günlerdir bunca büyük acıya yetişmeye çalışan bir toplumun, bireyleri olduğunu hatırlatan bu büyük felaket; acıların, gözyaşların, çaresizliğin yanı sıra, birlikte üstesinden gelinemeyecek hiç bir şeyin olmadığını bize gösterdi!
Ortak yardımlaşma geleneğinin açık örneği olan yardım kampanyasında toplanan paraların, küçük çocuklarımızın kumbaradan çıkardığı harçlığından tutun da, kefen parasını ülkesine teslim eden bir geleneğin parçası olduğumuzu hatırlatan bir sadakate şahit olduk.
Devlet o kadar önemli, gerekli ve vazgeçilmezimizdir ki; onu bu dayanışma ile korumaya aldı, bu yardım kampanyasına duyduğumuz alakamız!
Mesele toplanan paraların çokluğu ve güzel sonuçlanması değil, mesele bizim devletimize ve milletimize, hangi siyasi görüşten olursak olalım; aynı "pencereden" bakabilmemizdir.
Biz bunu başardık!
Biz yaramıza ve acımıza, kendimiz çare bulabileceğimizi göstermeyi de başardık.
Başkan Erdoğan, "Bir yıl içinde yerle bir olan bölgemizin, dağılan evlerimizin; tek tek insanımıza teslim edileceğini..." açıkladı...
Dikkat ettiyseniz en katı muhalif bile "Yapamazsın..." demedi, diyemedi...
Çünkü Başkan Erdoğan'ın, şu ana kadar verdiği her sözü tuttuğunu, herkes çok iyi biliyor.
Onun verdiği söze sadakatini hepimiz gördük.
Tabii bu facianın bu kadar derin yara açmasına sebep olan doğal afet dışındaki en küçük detayın da, üzerine gidilmesi elzemdir.
Nitekim ki devlet "Sebep olma ihtimali üzerine" azimle gidiliyor ve son gözaltına alınmalar bize şunu gösteriyor: "Devlet gerekeni yapacak!"
Tüm dünya yardıma koştu.
İçinde o kadar kitaplara "masal" olacak küçük hikayeler birikti ki...
Kurtarma ekipleri ile enkaz altından kurtarılan insanımızın diyalogları, hayat dersi içeriği taşımaktadır.
Bilmem farkında mıyız?
Ve tabii devletin ve milletin birlik ve beraberliği, yardıma koşan vatandaşımızdan tutun da, görevli olan her memura kadar, gönlü merhamet dolu insanımız...
Ve tabii bu ağır sınav bize bir de olağanüstü şeyleri, perdeleri yeniden açtı.
-Günlerce kalan küçük bebeğin sadece "uykuya" dalarak korunması,
-Onca günler sonra çıkan çocuğun "tokum" demesi,
-Sonra tokluk testi ile hastanede tok olduğunun "teyit" edilmesi...
Peki, hiç düşünmüyor muyuz?
Yeni doğan çocuğu belirli saatlerde yedirmezseniz, saatlerce ağlayabilmesi gerekirken, neden hiç ağlamamış, neden sanki her saat başı sütünü içmiş gibi mışıl mışıl uyumuş?
Bunu, "rasyonel" beşer tarifi ile izah edebilen var mı?
Aramayın, çünkü bunun cevabı, beşeri bakan hiç bir yerde yok.
İşte o nedenle ALLAHUEKBER ve Nokta...