1980’li yıllar... -Asya haber birliği- türünden bir toplantıdayız. Türkiye’yi bizim ekip temsil ediyor. Olay, BM destekli ve toplantıda Kadıköy’ün doğusundaki bütün ülkeler var... Zaman Soğuk Savaş zamanı. Daha Sovyetler Birliği var... Sonra Sovyet uydusu Asyalılar var: Mesela Vietnam... Mesela Afganistan... Sonra Çin uyduları var: Laos vardı, Kamboçya galiba yoktu... Ve bu 72 milletten topluluğu Türkiye olarak ibretle izlemekteyiz... Konu haber, habercilik, ama ağır siyaset de var.
Bizim en dikkatimizi çeken ise Kuzey Kore heyeti... Zaman, internet öncesi zaman. Cep telefonu yok. Gazete hala kağıda basılıyor ve havayollarının bazısında sigara içiliyor... Kredi kartı olmadan dünyada dolaşabiliyorsunuz... Ve renkli televizyon öyle her yerde yok... Ve Kuzey Koreliler bir değişik. Toplantıda Güney Kore de var. Taraflar asla yan yana gelmiyor, yüzler gergin... Birbirine hasım bu kadar ülke olunca, Soğuk Savaş toplantı salonunda aynen yaşanıyor... Hatta durum olsa, birbirlerine sandalye ve sair mobilya ile girişecekler...
Neyse, bu Kuzey Kore heyetinde bir Tatlı Surat var, belli ki seçmece gelmiş... Hani -eli yüzü düzgün- çocukları eleman yaparlar, bu da o eli yüzü düzgün tayfadan... Normal zamanda takım elbise giymediği, kravatı bağlayamamasından belli. Alışkın değil, çünkü memlekette çuha ceket, asker parkası giyiliyor.
Bu ‘Tatlı Surat’a önce Batı müttefiki Asyalılardan biri yemek molasında musallat oldu. Biz de oradayken, Asyalı abi pat diye demez mi: Siz hakikaten gazeteci misiniz? Tatlı Surat. -hık, pık- falan. Ama bizim sorucu abi hiç ilgilenmedi... Aksine öfkeyle: Bence gazeteci falan değilsiniz, siz diplomatsınız- dedi... Diplomatı da -usulen- diyor, daha ağır ima var... Sonra tartışma alevlendi ve taraflar birbirine bağırmaya başladı. Ama asıl Batı kampı bağırıyor... -Eyvah yeni bir bölgesel savaş çıkıyor- diye kaygılanırken, durum yatıştı... Galiba suçlayan abi merkezden bir yerden tüyo almıştı ve bizim Tatlı Surat’ın gazetecilik dışı faaliyette olduğunu öğrenip, giydirdi... Ama yapacağı birşey yok, çünkü adam resmi heyette... Yoksa Kuzey Kore’de ne gazetecisi olacak.
Sonra aradan bir-iki gün geçti. Bir akşam yemeği öncesi resepsiyon ortamında Tatlı Surat yanımızda bitti. Bizi gözüne kestirdiği belli. Biz oralı olmuyoruz, -bana bak, bulaşma- hesabına... Ama geldi bulaştı. Selamsız sabahsız Tatlı Surat kafadan pat diye sormaz mı? -Türkiye kapitalist tarihinden gurur duyuyor mu ?-
Bu durumlarda hangi mektepte ne tahsil gördüğünüz değil, sokakta ve hayatta ne öğrendiğiniz önemlidir. Bunlar zaten mektepte öğrenilmez...Tatlı Surat’a şöyle kısık gözlerle pis bakıp, lafı çaktık: Türkiye, tarihinin her döneminden büyük gurur duyar!
Tatlı Surat zıpkın yemiş gibi oldu... Afalladığını görünce uzatmadık, zaten cevabı biz de beğenmiştik... Açık büfedeki tatlıları gösterip -Bak tatlı var, çok güzel, yemeyi ihmal etme- deyip, yanından yürüdük... Ağzını açamadı.
Sonra rahmetli patrona gidip anlattık durumu... -Bizim tugayı hatırlamıştır, ondandır... Sen muhatap olma- deyip, daha büyük emri verdi: -Yanımdan uzaklaşma ve garsonu çağır-... Garson servise geçti, Tatlı Surat da bir daha semtimize uğramadı.
Son Kore olaylarında o geceyi hatırladık... Bizim Tatlı Surat’a sonra ne oldu, bilmiyoruz. Partide acaba yükselip kıdem mi aldı, yoksa bir menfezde infaz mı edildi... Ya da şanslıysa belki çalışma kampıyla hayatını kurtarmıştır.
Sonuçta Kore’nin kuzeyiyle güneyiyle ilgiliyiz, çünkü en başta o sınırı tutmak için 721 şehit verdik. Oraları süngü ile tuttuk...Tatlı Surat bizle 35 yıl sonra vekaleten hesaplaşmaya çalıştı, ama beceremedi... 35 yılda unutmamışlardı, şimdi 60 yıl sonra da unutmamışlardır... Siz unutsanız bile onlar unutmuyor. Süngü ile savaşmak, herkesin harcı değildir. Süngünün sivri tarafında olmak ise hakikaten sevimsizdir.
twitter.com/selimatalayny