Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiren bazı gruplar Türkiye’nin bu ülkede demokrasi bekleyerek Esad Rejimi’ne haksızlık ettiğini iddia ediyorlar. Hatta buradan hareketle Türkiye’nin Suriye’den demokrasi bekleyip, benzeri talepleri Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerden istememesi riyakârlık örneği olarak takdim ediliyor.
Tüm bu varsayımların vardığı son nokta ise Ankara’nın gizli bir gündem ile hareket ettiği, mezhepçi bir dış politika izleyerek Esad’a yüklendiği ya da Batı öyle istediği için Suriye’ye haksızlık ettiği yönünde.
Oysa ki bu varsayımların tamamı yanlış. Türkiye’nin Suriye’de demokrasi gibi bir beklentisi yok. Bırakınız demokrasiyi, Türkiye ve diğer ülkeler Esad Rejimi’ne baskıcı olduğu için dahi kızıyor değil. Mesele sadece baskı olsaydı uluslararası toplum Çin’de, İran’da, Özbekistan’da, Rusya’da veya Azerbaycan’da da muhalifleri desteklerdi.
Burada asıl mesele istikrar ve meşruiyettir; kendi halkınıza karşı sistematik ve kitlesel şiddete başvurmamaktır. Çin gibi veya İran gibi demokrasiden yoksun, baskıcı, kontrolü sıkı tutan bir rejime sahip olabilirsiniz, ancak buna rağmen halkınızın desteğini, korkutarak veya sindirerek bile olsa alabiliyorsanız, insanlar silahlı muhalefete geçmiyorsa veya geçemiyorsa orada istikrar ve kısmi meşruiyet var demektir. Kim ne derse desin korkutarak yönetmek de bir beceridir. Böyle yönetmek belki de en kötüsü ve yönetme kapasitelerinin en düşük seviyede olanıdır, ama dünya bunu dahi kabul etmektedir.
Başka bir deyişle eğer Suriye rejimi 40 yıldır yaptığı gibi baskıcı, hatta zorba, hatta zaman zaman işkence yaparak, insanları korkutarak ve sindirerek ülkesini yönetmeye devam edebilseydi dünya o vakit bile sesini çıkarmakta zorlanırdı. Oysa Suriye bunu bile başaramadı. Korkutarak yönetme dönemi kapanınca paniğe kapıldı ve meşru gösterilere katılan çocuklara dahi işkenceler yapılmaya, muhalif bilinen insanların organlarını kesecek kadar ileri gitmeye başladı. Bununla da yetinilmedi ve Suriye Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş gemileri, savaş uçakları ve tanklar ile ‘muhalif’ olmakla suçlanan insanların mahalleleri bombalandı. Geldiğimiz son aşama kimyasal silahlarla etnik temizliktir.
Diktatör bile olamıyor
Esad Rejimi’ni iyi tanımak zorundayız. Suriye tipik bir diktatörlük aşamasını geçeli çok olmuştur. Suriye’de ibret-i âlem olsun diye çocukların uzuvlarını kesebilen, insanları mezhebine veya aşiretine göre toptan yok edebilen eli kanlı bir zorba var. Türkiye ve dünya Esad’a diktatör olduğu için değil, diktatör bile olamadığı için, polis zoruyla dahi ayakta kalamayıp ülkeyi iç savaşa sürüklediği için karşı çıkmak zorunda kalıyor.
Türkiye’yi mezhepçi bir dış politika izlemekle suçlayanlara da birkaç sözümüz var. Kusura bakmasınlar ama asıl bu eleştirileri yapanların mühim bir kısmı böyle bir kaygı ile hareket ediyor. Türkiye ve dünya Esad’a Nusayri olduğu için karşı değil. Eğer öyle olsaydı Arap Baharı’ndan çok daha önceki dönemlerde Suriye’de silahlı muhalifler oluşturulur ve desteklenirdi. Ama hayır, 43 yıldır Suriye’de Nusayri azınlığın başını çektiği bir diktatörlük iş başında ve dünya bunu engellemek için sadece son yıllarda aktif. Çünkü bu diktatörlük ülkeyi baskı ve korku ile dahi yönetemez hale geldi.
Kısacası hiç kimse Beşar Esad’a Nusayri olduğu için karşı değil. Türkiye, tıpkı Sünni Saddam Hüseyin’e karşı olduğu gibi Nusayri Esad’a da karşı. Bunun nedeni ise diktatörlerin mezhepleri değil, yaptıkları.