Türkiye’nin Suriye krizinde ön alması ve Şam rejiminin durdurulması için dünyayı uyarması; yani diplomatik ağırlık koyması başka seçeneği olmayan bir politikadır. Neresinden bakarsanız bakın Ankara’nın başka türlü davranması beklenemezdi, beklenemez.
Ayrıca soğukkanlı bir politika olduğu da jetin düşürülmesi olayında test edildi. Türkiye pozisyonunun ‘diplomatik’ olduğunu, ‘savaşçı’ olmadığını, tahrik edildiğini bu olayda da gösterdi. Maksat fırsattan istifade vurmak değil, katliamcı Esad yönetiminin işbaşından gitmesini kansız şekilde sağlamaktır. Dünyayla birlikte...
Bunun aksi; yani ses çıkarmamak, görmezden gelmek veya ses çıkarıyormuş gibi yaparak arkadan Şam yönetimine cesaret vermek katliama ve zulme ortak olmaktır. Bu kadar açık...
Mesele mezhep meselesi midir?
Önce hatırlatalım, Türkiye’nin soruna mezhepçi bir açıdan baktığını en son söyleyen Esad olmuştur. Öyle olsaydı herhalde, 2005-2006’da Türkiye Esad’ı ABD’nin elinden kurtaracağına keyifle bitişini seyrederdi. Bunu da en iyi Esad biliyor. Öyle olsaydı, Lübnan krizinde açık bir şekilde Suriye’yi desteklemezdi ki bunu da bilmemesi mümkün değil. Ve öyle olsaydı, uranyum zenginleştirme krizi konusunda Ankara, Washington’un yalvarmaya varan ricalarına rağmen BM Güvenlik Konseyi’nde İran lehine veto kullanmazdı.
Türkiye kendisinin Sünni, İran ve Suriye’nin Şii-Rafizi olduğunu yeni hatırlamış değildir.
Bununla birlikte, dış politika bir piknik alanı değildir ve bazen çelişkiye mecbur da kalınabilir. Ama illa da çelişki üretmek için kelime oyunlarına müracaat etmek eleştiri değildir.
Tıpkı, Türkiye’nin Suriye’deki işkencehaneleri eleştirirken, ‘Bunlar dün yok muydu’ diye sormak gibi.
Evet dün de vardı ama bugün sistematik, yaygın ve doğrudan katliam amaçlı var. Bugün, Esad’ın halkını katletme programının bir parçası olarak var. Sadece işkencehane yok, aynı zamanda şehirleri bombalayan gemiler ve tanklar var. Sistematik bir katliam var.
Dün yok muydu mantığıyla bakarsanız, Türkiye’nin ABD (Guantanamo), Rusya dahil birçok ülkeyle ilişkisini beklemeden yarın kesmesi lazımdır. Birçok iyi ilişki içinde olduğumuz ülke var ki, farklı gerekçelerle işkence ve kötü muameleye devam etmektedirler.
Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’nin ‘dün’ünde oynadığı rolün amacı zaten hem insan haklarının temin edilmesi ve hem de Esad’ın bugün içinde bulunduğu duruma gelmeden ülkesine demokrasi getirmesini sağlamaktı.
Suriye politikasını eleştirirken hem Türkiye’yi ABD’nin güdümünde olmakla suçlamak, hem tam tersine Türkiye’yi ABD’yi ikna edememekle suçlamak aynı anda yapılıyor. Veya Esad rejimine karşı çıkmak eleştirilirken, bu rejimin hala yıkılamadığından bahisle Türkiye’nin başarısız olduğu söylenebiliyor.
Ve Sudan bahsi... Düne kadar Sudan’da olup bitenler konusunda tek satır yazmayanlar, Suriye krizi derinleşince Türkiye’nin çelişkili içinde olduğunu gerekçelendirmek için Sudan rejimine göz yumulduğunu iddia eder oldular. Dünya Sudan konusunda hangi somut adımı atıyor da Türkiye bunu yapmıyor diye sorarsanız da cevap yok. Çünkü Sudan’da olanlar oldu ve ülke zaten referandumla bölündü.
Ama bazıları, Afrika’nın en büyük Müslüman ülkesi olan Sudan’ın bölündüğünü ve güney-kuzey adıyla iki devlete dönüştüğünü bile unutuyorlar. Ve katliamcı Beşir’in elinde kalan bölümün değil, yeni Güney Sudan’ın da Türkiye’yi iki taraf arasındaki barış için umut kapısı olarak gördüğünü ya bilmiyor ya da bilerek ıskalıyorlar. Bu arada, Güney’de ilk büyükelçilik açan ülke de Türkiye’dir.
Bir başka ifadeyle Beşir’in düşmanı olan ülke Türkiye’yi tutarsızlıkla suçlamıyor aksine, medet umuyor ama Esad paralelinde kalanlar bu malzemeyi ısıtmaya devam ediyor.
Bütün bu tabloda galiba en dürüst olanlar yine de gerekçe aramaksızın Esad’ın arkasında duranlardır. Hiç olmazsa ne dedikleri anlaşılıyor.