Olayların içindeki iki portrenin belli ki “hesaba katılmamış” direnişi, gelişmelerin seyrini değiştirecek düzeye geldi.
Recep Tayyip Erdoğan, Muhammed Mursi’yi kaderine bırakmadı, Mursi de “ilkelerinde inatçıçıkarak”yarı yolda makas değiştirmedi.
Darbeye “darbe” diyemeyen Avrupa Birliği’nin temsilcisi Ashton’un, Kahire’ye ikinci kez neden gittiğini herkes biliyordu: İhvan’ın 3 Temmuz’dan bu yana sürdürdüğü sokak gösterilerini durdurması karşılığında Mursi başta parti yöneticilerinin serbest bırakılması önerisi...
Darbeciler, dünyadan köşe-bucak sakladıkları Mursi’yi bu öneriye ikna edebilmek için Ashton ile 2 saat buluşturdular. O “hayır” dedi. Önce ülkesinde “demokratik meşruiyetin” tesis edilmesini, ondan sonra ne yapılacaksa birlikte yapılması gerektiğini söyledi. Belli ki, zorla yerleştirildiği Kahire-Süveyş yolu üzerindeki orduya ait bir binada bekleyerek, Mısır ordusunun “darbeci geleneğinin” belini kırmaya çalışıyor!..
Ülkenin “demokrasi yanlıları” ise karşılaştıkları saldırılar ve katliamlar karşısında silaha sarılmadan, yalnız demokratik gösteri haklarını kullanarak darbecilere direniyorlar. Bakın, Fransa bile, darbeden tam 27 gün sonra Mısır’daki gelişmeleri -nihayet- kınamak zorunda hissetti kendini...
Önceki yazılarımda da belirttim: Darbeciler, halkın direnişi karşısında şaşkındır. Bu şaşkınlığa şimdi bir de “Türkiye sendromu” yüklendi.
Erdoğan’ı ikna çabası
Zeynep Tuğrul, konuyu çok güzel toparlamış. Arap Birliği eski Genel Sekreteri Amr Musa, Irak eski Başbakanı İyad Allawi, Lübnan eski Başbakanı Fuad Siniora, Ürdün eski Başbakanı Tahir el-Masri, Kuveytli eski parlamenter Muhammed El-Sager’i, Başbakan’ın Dolmabahçe’deki ofisine kadar getiren asıl mesele Arap dünyasının yönetimlerinde yaşanılan “Türkiye sendromu”ndan kaynaklanıyor.
Habere göre, Arap Konseyi’nin üyeleri Erdoğan’dan darbeye artık “darbe” dememesini, İhvan’ı sokaklardan çekilmeye ikna etmesini ve Mısır’daki yönetimle daha ılımlı ilişki kurmasını istemişler, gereken cevabı da alıp gitmişler.
Mısır, Erdoğan,“Benim cumhurbaşkanım Mursi’dir” dedi diye, iki kez Türkiye’ye nota verdi. Çünkü, bu açıklama, yalnız Kahire sokaklarında değil, Fas’tan Libya’ya, Gazze’den Batı Şeria’ya, Ürdün’den Suudi Arabistan’a, bütün Arap sokaklarında yankılanıyor.
İşbirlikçilerin zor günleri
Ortadoğu, İsrail’in Gazze katliamı sonrasında içine girdiği bir “ayrışma iklimine” yeniden girmiş gözüküyor. O dönemde de Arap yönetimleri katliam karşısında sessiz ve hareketsiz kalmış, sesini yükselten, hatta İsrail ile “krizi” göze alan Türkiye olmuştu. Araplar, şimdi de, Türkiye’nin Mısır darbesine bu ölçüde net tavır alırken, kendi yönetimlerinin “küresel güçlerle işbirliği yapması” karşısında tepkililer. Kendi yönetici ve “hanedanları” darbenin arkasındaki “küresel komplo” ile uzlaşırken, demokratik bir ülke olarak Türkiye’nin müttefiklerini karşısına alarak izlediği rotayı yakından izliyorlar.
Bu, “işbirlikçi” yönetimler açısından bir felakettir. Demokrasiyi kendileri için isteyen, iş Arap dünyasına gelince içine sindiremeyen küresel güçler için de...
Bakın, meslektaşımız Madawi el-Raşid’in Al-Monitor’daki yazısının başlığı bile her şeyi anlatmaya yetiyor: Suudiler Mısır konusunda bölündüler. Yazıda, Suudi toplumunun önemli bölümünün, Mısır’daki darbeye karşı çıktığı, “hanedanın” darbecilere sağladığı desteğin artık televizyon kanallarında bile tartışıldığı belirtiliyor.
Bu durum, yalnız Suudi sınırları içinde yaşanmıyor. Geniş Arap kitleleri, Mısır’da demokrasiye sahip çıkmayan kendi yöneticilerini Türkiye’nin politikası üzerinden değerlendiriyorlar.
Arap dünyasının önemli isimlerini Dolmabahçe’ye kadar getiren asıl neden bu... Hepsine, Mısır’daki “demokrasi direnişini” kıracak bir atak lazım.
Mursi ve Erdoğan direniyor, Mısır kilitleniyor.
Yarın, Ashton İstanbul’a gelirse veya Obama Washington’dan telefon açarsa, hiç şaşırmayın.
SOMALİ SALDIRISI: Neden, El-Kaide bağlantılı bir örgüt, birden Türkiye’yi hedef aldı? Somali’deki saldırının asıl nedeni neydi? Bu konuda çok fazla tez var. Doğrudur. “Birileri” bizi Afrika’nın Boynuzu olarak adlandırılan stratejik bölgede istemiyorlar. Ama selefi/cihatçı saldırının bir de Türkiye’nin Mısır direnişi çerçevesinde değerlendirilmesinde yarar görürüm.