Biz henüz “demokrasi sâdece sandıkdan mı ibâretdir, yoksa daha başka bâzı şeyleri de şey eder mi?” tartışmasını hayırlısıyla hitâma erdiremeden şimdi başımıza bir de Sûriye’ye şey edelim mi belâsı çıkdı.
Devlet olmak çok şey birşey vesselâm!
Neydi o paşanın adı? Hani “Şu mektebler olmasaydı maarifi ne güzel idâre ederdim!” diyen?
Ne var ki burada “Şu Sûriye olmasaydı...” ile iş bitmiyor. Daha bunun Irak’ı var, Güney Kıbrıs’ı var, belki Lübnan’ı bile var ama benim bu yazıda ele almak istediğim husus, Amerika’nın bu tür askerî eylemlerine dâir topluca bir fikir verebilmek.
“Amerika’nın Afganistanları”(3. basım, 2002, Ümit Yayıncılık) adlı bir incelemem var. Afganistan lafını, o sıralar (1979) Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdâhalesi üzerine pek çok gazeteci ve politikacının, ABD’yi sudan çıkmış ak kaşık gibi gösterme çabaları üzerine kullandım.
Yâni Rusların Afganistan’a taarruzu Amerikalıları ibrâ etmez anlamına.
Olayları 2001 Yılı’na kadar getirmişim ama bu konu aslında bitecek gibi değil. Bugün 4. basımını yapacak olsak benim oturup son oniki yılın hikâyesini de eklemem gerekecek.
Sözkonusu araştırmamı, bu yazıyı yazmak için uzun bir aradan sonra tekrar elime alıp biraz karıştırınca hatırladım ki Amerika’nın, 18. Yy. sonlarından 2001’e kadar 150’den fazla dış müdâhalesi olmuş.
Bu arada hatırladığım ilginç bir başka husus ise Amerika Birleşik Devletleri’nin, kurulduğu günden bugüne bütün târihi boyunca tek bir kere, o da 1795-1812 yılları arası, başka bir devlete “haraç” vermiş olmasıdır ki o devlet de “Türkiye”dir. 5 Eylül 1795 târihli o barış andlaşması, Amerika’nın bir başka devletle (Türkiye’nin bir eyâleti olan Cezâyir’le) İngilizce dışında (Türkçe) imzâladığı ilk ve son andlaşmadır. Buna göre ABD Cezâyir’e yılda 858.000 Dolar haraç (seneviyye) vermeyi taahhüd ediyordu.
Haraç verene Osmanlıcada “haracgüzâr” denilirdi; gâvurcası “tributaire”dir.
Fakat bununla böbürlenmek yersiz olur, Zîrâ 1776’da kurulan ABD o sıralar çok zayıfdı. Sâdece Washington, New York ve genişçe çevresine sâhibdi. Fakat o hâliyle bile Türkiye’nin o zamanki Kuzey Afrika Eyâletleri olan ve “Mağrib Ocakları” diye anılan Cezâyir, Tunus ve Trablus Garb (Libya) ile itişmeye yeltenmişdi. Bu, ABD’nin ileride nasıl acar bir devlet olacağını daha o zamandan gösteriyordu.
Aşkolsun Delikanlıya!
Amerika bu seneviyyeyi 1812 Yılı’na kadar ödedi. Sonra yan çizdi.
Bugüne dönecek olursak Amerika’nın Sûriye’ye bir müdâhalede bulunup bulunmayacağı tartışması bence pek de doğru bir ele alış tarzı değil. Çünki mesele, müdâhale edilip edilmeyeceğinden ziyâde müdâhalenin şekli gibi görünüyor.
Washington’un burada Beşşar Esad’ı yerinde bırakıp bırakmaması gâlibâ bir ipucu. Onu yerinde bırakmak demek “haylaz çocuk”a canını yakacak bir cezâ vermek, ama onu okuldan atmamak gibi bir şey. Yâni Washington Sûriye’de düzenin altüst olmasını değil, “uysallaşmasını” istiyor.
Türkiye’nin pozisyonuna gelince; Sûriye’ye karşı kapsamlı bir Amerikan askerî harekâtının Türkiyesiz gerçekleştirilmesi elbet imkân dâhilinde, fakat mâliyeti adamakıllı arttıracak bir durum.
Öte yandan operasyona katılmayarak Sûriye’nin, zâten Hatay dolayısıyla dâimâ mevcûd olan husûmetini daha da azdırmamış bir Türkiye, ortalık durulurken Batı’nın bu ülkeyle münâsebetlerini normal bir mecrâya sokmakda önemli görevler üstlenebilir sanıyorum.