TBMM 3. Yargı Paketi maratonunu bitirdi. Arada, ‘özel yetkili yargı’ koşusu da tamamlandı. Düzenlemede, hem özel yetkilerin kaldırılmasına, hem de bu yetkilere yönelik itirazların dikkate alındığı söylenebilir.
Şöyle ki;
Geçen Cuma, özel yetkilerin tartışma yaratan uygulamalara varacak şekilde genişletilmesine neden olan ‘en özeli’ni vurgulamıştık:
CMK 250. Madde’nin 3. fıkrasına göre, “... belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş (özel yetkili) ağır ceza mahkemelerinde yargılanır.”
CMK, 251. Madde’nin 1. Fıkrasına göre, “Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.”
Özel yetkili yargılamanın güçlü bir şekilde yürütülmesi bu iki madde sayesinde sağlandı, sağlanıyor. ‘Sağlanıyor’, çünkü bu yetki, hem sürmekte olan Ergenekon, Balyoz gibi darbe davalarında, hem de terör davalarında halen geçerli. Yapılan değişiklikle, bu yetkiye TCK’nın darbe ve örgütlü teröre ilişkin 8 maddesi sayılarak sınırlama getirildi. Bu maddelerin dışında kalan soruşturma ve davalar, halen yürürlükte olan Ceza Muhakemeleri Usulü’ne göre yapılacak, “doğrudan soruşturma ve yargılama” yapılamayacak.
Böylece hem yürüyen soruşturma ve davalar “yetki daraltması” nedeniyle olumsuz etkilenmemesi, hem de yetkinin, bu yetkiyi gerekli kılan darbe ve terör suçları dışına taşırılarak kullanılmaması amaçlandı.
Öte yandan, sanıkların birden fazla avukat tutulamaması, dosya içeriğinin veya dosyadan delil alınmasının engellenmesi, 7 günlük gözaltı süresi, yayım yasağı gibi savunma hakkını kısıtladığı eleştirilerine yol açan düzenlemeler kaldırıldı.
Geçtiğimiz hafta başından bu yana, hem 3. Yargı Paketi, hem de özel yetkili yargının kaldırılmasına ilişkin çalışmada emeği geçenlerle sık sık bir araya geldim. En çok endişe içeren soruların cevaplarını aradım. Özel yetkilerle ilgili düzenlemeye ilişkin ‘ser verip sır vermeme’ tutumu son ana kadar sürdüler. Ancak genel çerçevesini ortaya koyan haberleri son bir haftada STAR’da okudunuz.
Bugün asıl vurgulamak istediğim, “özel yetkiler olmaksızın savcılar, hakimler Türkiye’nin arınma davaları ve terör yargılamalarında yetkisiz, güvencesiz kalırlar” endişesine ilişkin tavır. En çok Susurluk davası örneğiyle dile getirilen bu konuda asıl gönülden geçeni şöyle özetleyebilirim:
“Türkiye yargının baskı altına alındığı, dahası bile-isteye baskı gruplarıyla birlikte hareket ettiği dönemleri yaşadı, doğru. Bugüne kadar yargı üzerinde etkin olan siyasi yapı da bu baskılara karşı yargının arkasında duramadı. Ancak bugün öncelikle siyasetle birlikte yargıya da baskı yapan derin yapılarlarla mücadele eden bir hükümet, bir Türkiye var. Yeni Türkiye, yasama ve yürütmesiyle bunun yasal zeminini hazırladı. Yargıya özel yetkilerle güç ve güvence verdi. Yargı, siyasetten bağımsız, daha önce kendisini baskı altına alan derin yapıları çözmeyi, hesap sormayı başardı. Siyasi irade, bugün hala bu anlamda yargının güvencesidir. Ancak Türkiye artık özel yetkilerle sağlanan güç ve güvenceye ihtiyaç duymayan bir yargı sistemine ulaşmak zorunda. Bunun ilk adımı atıldı. Sürmekte olan arınma ve terör davalarının sonuçlanmasıyla, Türkiye hukuk devleti olmanın sağladığı yetkilerle kendisine yönelik tehditlerle başa çıkabilecektir.”
Türkiye, yargısını özel yetkilerle donatmadan sorunlarıyla başa çıkabilecek bir demokrasi olmak zorunda.
Ve yolunda...