Dış politika kişisel tercihlere, anlık beklentilere ya da öfkelere göre inşa edilemez. Ciddi bir devletin dış politikası, tarih, tecrübe, mevcut şartlar, siyasi ve ekonomik istikrarınız, sorunlarınız, güç dengeleri ve gelecek tasavvuru üzerinden şekillenir. Bunları hesaba katmadan ne yola çıkmanız mümkün olur, ne de yola devam etmeniz.
Türkiye’nin son yıllarda siyasi sınırlarının ötesine taşan bir bakış açısı ve arayışla inşa ettiği dış politikası, bununla ilgili hamleleri, oyun kurucu olarak sahnede yer alma arzusu sık sık tartışmalara konu oluyor. Daha işin başında bu durumu, başkalarının uzantısı olmak, tetikçilik, taşeronluk olarak değerlendirdiğiniz zaman konuşacak fazla bir şey kalmıyor.
Türkiye dediğimiz zaman her şeyden önce tarihsel derinliği, medeniyet tasavvuru, gelecek kurgusu olan bir ülkeden söz ettiğimizi unutuyoruz sıkça. Tam da bu nedenle olup biteni güncelin pençesine atıp anlık tepkilerin gölgesinde okumaya çalışıyoruz. Bu, kendimize, geçmişimize, geleceğimize, gücümüze, hayallerimize, kısacası her şeye hakaret en hafif ifadeyle.
Özgüven yahut eski ve güzel ifadesiyle nefs emniyeti sahibi olmak, bunu tecrübe ve birikimle hamleye dönüştürmek, elbette anlık ya da günü birlik bir eylem olamaz. Sabır, cesaret, öngörü ve hepsinden önemlisi kararlılıkla yola çıkmanız, yolda uğradığınız kazalara aldırış etmeden yaralarınızı sarıp devam etmeniz, sık sık ‘nereye gidiyoruz’u sorgulamanız gerekiyor.
***
Ne zaman önemli bir sorunla ya da gündemle yola çıksak, aynı felaket korosu daha işin başında bizi başarısız ilan ediyor. Onlara şunu sormak istiyorum. Sizce üzerinde yaşadığınız ülke nasıl bir yer? Sıradan bir toprak parçası mı? Herkesin istediği yere çekip çevirebileceği zavallı bir ülke mi? Bir tarihi, geçmişi, dinamikleri, gücü ve hepsinden ötesi ufku yok mu? Kendi başına bir iş yapması imkansız mıdır? Biz bu coğrafyaya bugün mü geldik?
Bu soruların cevabı elbette herkes için farklı olabilir, herkes kendi bulunduğu yerden eleştiri getirebilir, beklentilerini ifade edebilir. Ama insaf edin; yıllardır her vesileyle her adımını yerden yere vuracağımız ülkenin adı Türkiye olamaz.
Biraz ciddiyet, biraz soğukkanlılık, ama hepsinden ötesi insaf diyorum.
***
AK Parti iktidarının üçüncü dönemindeyiz. Özellikle ikinci dönem itibarıyla Türkiye dış politikasında iddialı çıkışlar yaptı. Beklenmedik hamlelere imza attı. Kıbrıs’la ilgili tartışmaları hatırlayın. Kıbrıs’ı satmakla, ihanetle suçlayanlar, acaba şimdi ne dediklerini hatırlama zahmetinde bulunuyor mu?
Irak’ı hatırlayın. Bu ülkenin kuzeyindeki Kürtleri dışlayıp, hatta çok bilmiş yayın yönetmenlerinin provokasyon haberleriyle aşağılayan bir Türkiye’nin yerini, ittifak üreten, petrol boru hatları gibi devasa projelere imza atan, daha ötesi kader birliği yapan bir anlayış alıyor. Hangisi doğru?
Buraya kadar yazılanları okuyup, hadi bakalım bir de Suriye politikasından bahset diyenleri duyar gibiyim. Suriye konusunda ne düşündüğümü, neler yapılması gerektiğine dair tezlerimi defalarca dile getirdim. Bunlar kimi zaman mevcut dış politika tezleriyle uyumlu oldu, kimi zaman farklı.
Ancak burada en önemli nokta, Ankara’nın Şam üzerinde yapılan hesaplara bigane kalmadan gösterdiği ilgi ve bu yönde politika geliştirme cesaretidir. Türkiye’ye ‘Senin ne işin var Ortadoğu’da, otur evinde, kapat pencereni, kapını. Sana ne mültecilerden, dökülen kandan’ diyenler, ya ağızlarından çıkan sözlerin vahametinin farkında değil ya da başka güç merkezleri adına söz söylüyorlar.
Kim ne derse desin Türkiye, bu coğrafyada gücün, yükselişin, iddianın ve elbette barışın yeni adresidir.