Bölgemizde yıkıcı bir düzen değişimi yaşanıyor. Konjonktürel olarak hangi momentte -statüko veya değişim lehine- olursak olalım, neticede inkar edilemez bir yıkım hayata geçiyor. Yaşanan büyük kırılma karşısında, Türkiye’yi, bölgeyi ve küresel aktörleri basit politika ve taktik tercihleri üzerinden anlamaya çalışanlar, oldukça naif okumalar yapmaya kendilerini mahkum ediyorlar.
1250 kilometre sınırımızın ötesinde, toplamda 50 milyonu nüfusu bulan, Irak ve Suriye, fiilen devletsiz haldeler. Lübnan yapısal haldeki siyasi kısır döngü içerisinde. Filistin yüzyıllık sancılarının zirvesinde. Ürdün bölgesel jeopolitiğin tampon alanı olmanın maliyetlerini taşımakta zorlanıyor. İran yarım yüzyıla doğru yaklaşan ambargodan çıkışı, imkansız bir misyon olan, Suriye ve Irak kaosunda arıyor. Mısır’da darbe yönetimi ülkeyi her geçen gün biraz daha siyasi ve ekonomik iflasın içerisine sürüklüyor. Doğu Akdeniz’in Arap ülkelerinde çatışmalar ve siyasi krizler, Avrupalı aktörlerinde ise ekonomik buhran derinleşmeye devam ediyor.
Kuzeyimizde, Kafkasya’da, Soğuk Savaş mirası donmuş siyasi ekosistem çözülmedikçe ve normalleşmedikçe kriz üretiyor. Ukrayna derin bir çatışmanın ortasında ve çözüm her geçen gün biraz daha zora giriyor. Rusya, Batı’nın demokrasi ve ekonomik standartlardaki gelişmişlik çelişkisi olarak ortaya çıkan ve ironik bir güvenlik politikasına dönüşmeye başlayan, -no boots on the ground- ‘askeri güç kullanmayı göze alamama’ zaafının açtığı konforlu alanda hareket edebiliyor. Lakin buradan ne Rusya adına ne de bölge için düzen kurucu ve uzun vadeye yayılan bir perspektif ortaya çıkmıyor. Gürcistan fiilen kısır döngü içerisinde. Ermenistan, Kafkasya jeopolitiğinin donmuş tampon bölgesi olmayı aşacak bir perspektif ortaya koyamıyor.
Balkanlar, çözülmesinin yüzüncü yılında, son yirmi yılda bir kez daha yaşadığı yırtıcı mikro dağılmanın maliyetini yönetme gücüne sahip olmayan çok sayıda küçük aktörün arayış krizlerine şahitlik ediyor. İkinci çözülme dalgasına olabilecek en vizyonsuz şekilde -dolaylı veya dolaysız- müdahil olan Avrupalı aktörlerin kurucu bir siyaset ve ekonomi-politik açılım getirememesi karşısında, kısır döngüsünün büyüdüğünü her geçen gün hissediyor. Yunanistan’daki derin ekonomik kriz ve Avrupa’nın tavrıyla, tedirginlikleri daha da artmış durumda.
Yukarıda sıraladığımız bölgeler ve ülkelerin tamamı, Türkiye’nin birinci dereceden komşuları. Aynı şekilde tamamında milyonlarca akrabamız da yaşıyor. Son on yılda, Türkiye, bütün bu ülkelerin “siyaset-ekonomi eğrisi” ile ayrışıyor. Bu beklenen bir gelişme değil elbette. Bütün çevre şartları yukarıdaki gibi olan bir ülkenin, hiç değilse bölge ülkeleriyle aynı frekansta olmasa da, siyaset-ekonomi eğrisinin benzer olması beklenirdi. Bu yönüyle bakınca, AK Parti’nin son on iki yıl boyunca, Türkiye içerisindeki gerilimin yanında, etrafından Türkiye’ye gelen farklı basınçları da nasıl absorbe edebildiği sorusu ortaya çıkıyor.
Bu sualin cevabı samimi bir şekilde arandığında, bölgemizdeki farklı sorunları salt taktiksel ve bütüncüllüğü olmayan yaklaşımlardan büyük ölçüde uzak durularak basınç noktalarının yönetildiğini söylemek mümkündür. Başka bir deyişle, her bir kriz alanına, müstakil taktiksel tepkiler yerine, mümkün olduğunca şümullü bir yaklaşımla ele alındığı ölçüde, kriz zinciriyle aramıza mesafe konulabildi . Kendisini ve sorununu dünyanın merkezine koyan, farkında olmadan bütün yaklaşımlarını taktiksel düzeye indirgeyen ama bunu strateji olarak vehmeden yaklaşımlardan uzak duruldu.
Bölgemiz bu aktörler ve ortaya çıkardıkları maliyetlerle dolu. Rojava kurgusunda, Esed’in politikalarında, Maliki’nin yaklaşımlarında, bölgesel ve küresel aktörlerin miyop stratejilerindeki taktiksel pozisyonları kutsamak istemeyenler; ya şümüllu bir yaklaşım ortaya koymalılar ya da konjonktürel eleştirilerinin başı sonu belli bir siyasete denk gelmediğini görmeliler. Bu o kadar zor bir yaklaşım olmasa gerek. Türkiye’ye, etrafına ve küresel trendlere basit düzeyde bir aşinalık bile ciddiyet krizinden beri olmaya yetebilir. Aksi takdirde “Türkiye şunu yapmalıydı” diye başlayan cümlelerin tamamında, Türkiye’nin yapmadıklarını söylediklerini yapan aktörlerin ortaya çıkardığı maliyetle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini inkar etmeleri gerekiyor.