Bir dostumuz mesaj atmış: Japonya, Singapur, Malezya’da ne yapıyorsunuz?
Şaka yollu da olsa bu sorudan yola çıkmak ve “üretim-bilgi-vizyon temelli Türkiye” modelini tartışmaya açmak istiyorum...
Sevgili dostlarım, ne demek “üretim-bilgi-vizyon temelli bir ekonomi modeline” sahip olmak?
Bu soruya cevap ararken geçmişi hatırlamamız ve özellikle Türk ekonomisinin 1946 sonrası nasıl bir temele oturduğunu sorgulamamız gerekli....
1946 devalüasyonu ve ikinci dünya savaşı bunalımında “yön arayışı” ile iyice bunalan Türkiye, dışarıdaki yerleşik yapının içeride türetmeye başladığı “burjuva sınıfına” ve onların uzantısı olan siyaset adamlarına maalesef teslim oldu... 1950-1960 arasında “kendini bu yapıdan” kurtarmayı deneyen Menderes ve ekibi, Türkiye’yi bu kalıptan çıkarmayı denese de “içerideki türetmelerin tahrikleri” ve dış odakların “tezgahı” ile Türk Askeri tarafından linç edildiler... Ordu iyi niyetle (aklınca) hareket ediyordu ama aslında Türkiye’nin geleceğini-bağımsızlığını ve potansiyelini biçiyordu... Aynı durum 1960’tan 1977’lere kadar devam etti. Yerleşik yapı palazlandı, Burjuva’nın biti kanlandı, halkın varlıkları transfer edildi. 1977-1980 arasında “Türkiye’de başlayan fikri ve maddi” kıpırdanmaya izin verilemezdi, “NETEKİM DE” verilmedi! 1980’de yine aynı çark çalıştı ve 1960’da Türkiye’yi “asker süngüsüyle” tuzağa yeniden çeken DÜZEN, bu sefer yine aynı yola başvurdu. 1980-2003 arası yöntemin “sadeleştiğini” fakat 28 Şubat ve elektronik darbe denemeleri dahil yapının aynen çalıştığını gördük. Sistemin özü hep aynıydı; “dışarıdaki düzen-içerideki türetme taşeronlar-yaratılan medya-sanal kamuoyu” gibi unsurlar el ele vererek, askeri de SON ÜTÜCÜ olarak kullanarak, Türkiye’yi istedikleri kalıba döktüler...
Sevgili dostlar, 2003 bu yapının yıkılmaya başladığı, Türkiye’nin bu tuzaktan çıkmaya başladığı sürecin başlangıcı. Çıkış bir günde olmadı hatta 2008’de IMF kovulana kadar eski ağırlık ve “askeri darbe dahil birçok deneme hayata geçmese de, yaşandı”! ESKİ MODEL ve uzantıları kanımızı emmeye devam etti!
Çıkarım 1: Bütün bu süreçte özellikle 1946-2003 arasında Türkiye ekonomisi asla “üretim-bilgi-vizyon temelli” olmadı. Montaj endüstrisine dayanan sanal üretim ve arkasında “dağ gibi faiz ile” halkın varlıklarını emen bir yapı sürekli çalıştı.
Çıkarım 2: Bizler “ülkenin bir şey yaptığını” düşünürken, yapar gibi görünenler “faaliyet dışı kar” şapkası altında halkın 2 trilyon dolardan fazla bir varlığını “faiz+anapara” olarak emdiler. O dönemdeki Siyasi İrade’nin bu süreçte “o sınıfa aktardığı” varlık ve rant bu paranın dışında...
Gelelim bugüne...
Başbakan Erdoğan’ın ortaya koyduğu irade ile IMF’yi Türkiye’den kovmayı başaran Siyasi Otorite, sonrasında “sanal üretim-faiz” döngüsünü kırmaya ve gerçekten üreten, bilgi-üretim-vizyon temelli adımlar atan bir ekonomiyi harekete geçirmek için adımlar attı. Askeri alanda, endüstriyel dinamiklerde, enerji ve daha birçok sektörde “atılım”, ulaştırmada tekellerin kırılması 2008 sonrasında atılan SERT ADIMLAR ile sağlandı...
Çıkarım 3: 2008 sonrası Türk ekonomisi “Bilgi Temelli Modele” doğru hızla ilerlemeye başladı. Bu başlangıç hatta alınan yol “çok iyi” olmakla birlikte asla yeterli değil. “Üretiyorum” şapkası altında hala kendini saklayan “montaj endüstrimizden” tamamen kurtulmamız ve Devlet imkanlarıyla onları asla ama asla desteklememiz ilk şart...
Çıkarım 4: Türk firmaları TV, buzdolabı, makine ve birçok şey ürettiklerini iddia ediyorlar, bu noktada soruyorum; sizden çok sonra ortaya çıkan bir Kore şirketinin neden 1/10’u bile olamadınız! Neden size ait tek bir küresel yazılım, tek bir küresel lisans yok!
Sevgili dostlar, Türkiye “Bilgi-ÜRETİM-viyon Temelli Ekonomi” modeline geçmek üzere attığı adımları sıklaştırırken radikal bir kararla Devlet ve Milletin sırtına binen “sülükleri” temizlemeli ve özellikle küresel anlamda rekabet yaratabilecek yeni “OLUŞUMLARIN” önünü açmalı... Söylendiği kadar kolay değil. Montajcıların her yerde adamı var ve baktıkları adamlar “yıllardır” belli yerlerde oturuyorlar...
Son söz: Yerli araba, yerli ağır endüstri gibi adımlar özlediğimiz hatta hasret kaldığımız detaylar... Bunlar da mutlaka yapılmalı fakat buna odaklanırken bir sonraki adımı ıskalamamalı ve şimdiden hazırlanmalıyız... Gittiğimiz yerlerde gördüğümüz tesislerin tamamının 1945 sonrası kurulduğunu ve yer-iklim-hammadde açısından Türkiye’ye göre ne kadar zor şartlarda bunların yapıldığını düşünürsek, o günden bugüne İÇERİDE YATARAK FAALİYET DIŞI KAR ile sırtımızda ne kadar çok sülük taşıdığımızı daha iyi idrak edebiliriz!