Mısır’da gerçekleşen askeri darbe ülkemiz Türkiye’de ilginç tartışmalara neden oluyor.
Konu zor, zor olduğu kadar da hassas bir konu, bu nedenden çok özenli bir süreç izleyeceğim.
Mısır’da yaşanan sandık (demokrasi) yöntemi ile iktidara gelmiş bir Cumhurbaşkanına karşı gerçekleştirilen bir askeri darbedir.
27 Mayıs’tan Mısır’a kadar her askeri darbe çok çirkindir, aklı, vicdanı olan herkes bunları en güçlü bir biçimde kınamalıdır, lanetlemelidir.
Darbeleri savunan kişi, kurum ve ülkelerin meşruiyetleri sorgulanmaya başlar, bunu da unutmamak lazımdır.
Ancak, bu kınama, hatta darbeleri lanetleme ahlaki mükellefiyeti yaşanan süreçleri sağlıklı analiz etmeyi de ıskalatmamalıdır.
Temel ahlaki-siyasal ilkeler sonuna kadar “amasız” savunulmalı ama bu süreçte analizden de vazgeçilmemelidir.
Benim sezgisel kavrayışım, gözlemlerim Mısır’daki darbe sonrası bizlerin Türkiye’de Mısır’ı değil, Mısır üzerinden Türkiye’yi, Türkiye siyasetini tartıştığımız doğrultusundadır.
Mübarek’i Mısır ordusu (ABD diye de okuyabilirsiniz) görevden almış idi, seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi de Mısır ordusu (yine muhtemelen ABD diye okuyabilirsiniz) indirdi.
Bu darbe mutlaka en güçlü şekilde tel’in edilmelidir ama ABD’nin bu kısa süreçte takındığı tavır farklılığı da iyi analiz edilmelidir.
Darbelere en sert şekilde karşı çıkmak, destekleyenleri eleştirmek ne kadar doğru ise, bu tel’in aşamasında kalmak da o kadar yanlıştır.
Darbeleri tel’in gerekli ama yeterli olmayan bir koşuldur.
Darbenin arka planını iyi okumaya çalışmak asla ve asla bu darbe sürecine meşruiyet kazandırmaz.
ABD ve Avrupa Birliği Mısır’da ne istemişler idi?
Benim sezgilerim, Mübarek, Bin Ali devrilir iken, batı ekonomilerinin siyasal temsilcilerinin temel meselesinin müslüman dünyanın dünya ekonomisine entegrasyonu planı olduğunu söylüyor.
Bu da, bu ülkelerde, yani doğal kaynak rantı dışında düşük kişi başına gelir üreten müslüman ülkelerde mülkiyet haklarının, yatırım ortamının geliştirilmesinden geçiyor.
Yatırım ortamının iyileştirilmesi, mülkiyet haklarının geliştirilmesi için de demokrasi, isterseniz sandık da diyebilirsiniz, bence de sandık eşittir demokrasidir, gerekli koşuldur.
Ama yeterli olmayan koşuldur, bunu da iyi görmemiz lazımdır.
Batı için mülkiyet haklarını iyileştirmeyen, yatırım ortamını geliştirmeyen bir demokrasinin (sandığın) anlamı çok sınırlıdır.
Hem gerekli, hem de yeterli koşul ise galiba sandık artı hukuk devletidir (mülkiyet hakları).
Batının bu meseleye çok pragmatik bir açıdan baktığı bellidir, mülkiyet haklarını geliştirme (büyüme) yönünde orta vade için sinyaller üretmeyen sandık sonuçlarına itibar etmemişlerdir, etik değildir, ahlaki değildir ama reel politika da maalesef budur.
Gelelim dört ilke meselesine; bu ilkeler bizim anayasanın ikinci maddesinde ifadesini bulan demokrasi, laiklik, hukuk devleti, sosyal devlet ilkeleridir.
Türkiye’nin karanlık günlerinde, acıdır bir Cumhurbaşkanı, Ahmet Necdet Sezer, generaller, yüksek yargı mensupları, üniversiteler Cumhuriyet’i sadece laiklik ilkesi üzerinden tanımlamışlardı, her konuşmalarında sadece “laik Cumhuriyet” vurgusu yapmışlardı, oysa yapılması gereken dört temel ilkeyi de birlikte vurgulamak olmalı idi.
Bugün de Türkiye yöneticileri hem içeride hem de özellikle dış politikada, ağırlıklı olarak bir iç politika konusu olan sosyal devleti bir kenara bırakın, üç temelli ilkeyi, demokrasiyi, laikliği ve hukuk devletini birlikte savunmalıdırlar; 28 Şubat, 27 Nisan günlerine nazire olarak yapmalıdırlar
Zordur, ama yapılması gereken de budur, Türkiye’nin AB perspektifi de hem bizim hem de Ortadoğu halkları için bu nedenden çok hayatidir; Sayın Erdoğan’ın çok önemli Mısır (Kahire) konuşmasını bu çerçevede hatırlayalım.
Çağdaş bir toplum için demokrasi (eşittir sandık) gerekli koşuldur, demokratik hukuk devleti (AB standartları) ise yeterli koşuldur.