Seçmen çok farklı sebeplerle, motivasyonla, saiklerle oy kullanabilir. Ekonomik sebepler, etnik veya mezhebi faktörler, sosyal çevre vs… Kimi zaman memlekette yaşanan bir olay (Öcalan’ın yakalanması gibi) seçimin kaderini belirler, kimi zaman (27 Nisan bildirisi veya 2009’daki küresel ekonomik kriz gibi) vatandaşın tutumunu etkiler.
Seçmen davranışı açısından bir faktör de liderle olan ilişkidir. Erbakan aşkı, Demirel veya Türkeş sevdası, Özal muhabbeti gibi…
Türk siyasetinde lider faktörü en baskın faktörlerden biridir. Son dönemlerde muhalefetin başarı yakalayamamasının altında yatan faktör ‘lider sorunu’dur.
Erdoğan gibi karizmatik, vizyoner, iletişim ustası ve güçlü bir lider karşısında sönük ve zayıf profil adaylarla rekabet etmeye çalışıyorlar.
Lider ise gözünün rengiyle, ses tonuyla, endamıyla oluşmuyor. Muhalefetin lider sorununun temeli aynı zamanda bir siyasetsizlik hali sorunudur. Siyaset üretemeyen bir anlayış lider üretemez.
Geçmişte kimi zaman seçmen bir seferlik deneme yoluyla kimi adaylara şans açmış, popülist vaatlerine kanarak birisine meyl etmiş olabilir. Konjonktür denk geldiğinde birisi diğerlerinin önünde de kalabilir. Ama bunların hiçbiri uzun soluklu bir lider-seçmen ilişkisi oluşturmaz. Hasbelkader sandıktan çıkan veya kongre kazanan kişi de lidere dönüşmez.
Lider-seçmen ilişkisi uzun vadeli bir gönül ilişkisidir. Halk lidere gönülden bağlanır, onun çağrısıyla gerekirse tankların-uçakların önüne atılır. Bu, oy vermenin ötesinde bir bağlılık durumudur. Ülkenin kaderiyle liderin örtüştürüldüğü hallerde seçmen ülkesini düşünerek cansiperane bir tavır sergiler.
İşte özellikle seçim sürecinin kızıştığı şu günlerde sahada seçmenlerin dilinden en çok dökülen sözlerin başında ‘liderimizin arkasındayız, liderimize selam söyle’ gibi ifadeler geliyor. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı İstanbul belediye başkanlığı döneminden destekleyenler ise ‘reis’e bağlılık’ üzerinden bu ilişkiyi ifade ediyorlar.
Kendi partisinde bile seçilemeyen Muharrem İnce’nin lider vasfından sanırım bahsedilemez. İnce ne partisinin lideri, ne de Türkiye için böyle bir vasfı var. Diğer adaylar da genel başkan olarak seçmenin oyunu çekmeye çalışıyorlar. Oysa Erdoğan örnekliğinde bir oy kazanma değil, bir gönül kazanma, bir sevda hikâyesi durumu var.
Siyasetin en alt kademelerinden yukarıya doğru gelişen, 1994 yerel seçimlerindeki başarıyla vitrine çıkan bir liderlik hikâyesidir bu.
Hapisle, bildirilerle, suikast girişimleriyle, darbelerle, kapatma davalarıyla, kumpas ve hilelerle önü kesilmeye çalışılan ama her saldırıda biraz daha büyüyen bir liderlik…
2023 gibi gelecek vizyonlarıyla, dev projelerle, vatandaşın gönlünde taht kuran hizmet ve yatırımlarla perçinlenen bir liderlik…
Toplumun her kesiminin meselelerini çözmek için baldıran zehri içen, büyük riskler alan, sessiz devrim denilen demokratikleşme hamlelerini gerçekleştirerek güçlenen bir liderlik…
Dünya beşten büyüktür, one minute, medeniyetler ittifakı gibi çıkışlarıyla dünya mazlumlarına kol kanat gererek küreselleşen bir liderlik…
AK Parti’li olur veya olmaz seçmenin zihninde Erdoğan denilince bir lider algısı oluşuyorsa bu büyük bir siyasi başarıdır ve şu anki rakiplerinin baş edemeyeceği bir avantajdır.
Parti kongresinde seçilen kişi genel başkan olabilir ama lider olamaz. Seçimde her seçilen veya hükümet kuran da büyük lider olarak anılmaz.
Cumhurbaşkanı, devletin başıdır ve ülkenin birliğini temsil eder. Seçmen de sandıkta ülkenin liderine oy verecek. Bu yüzden liderlik vasfına sahip siyasetçi olarak Erdoğan’ın şanslı olmasından daha doğal ne olabilir?