49 rehinenin özgürlüğüne kavuşmasıyla ilk eşik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’a gitmesiyle ikinci eşik aşıldı. İktidar IŞİD karşısındaki çekimserliğini üstünden atmaya başladı. Şimdi gündemde uçuşa yasak, tampon, güvenli bölge kavramları var. Türkiye’nin IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyona vereceği muhtemel askeri katkının niteliği konuşuluyor, sınırlarımızın dibindeki tehdide karşı kayıtsız kalamayacağımız söyleniyor.
Hemen belirtmekte yarar var: Bu Türkiye’nin AB, ABD ve hatta Arap dünyasıyla olan ilişkileri açısından önemli bir pozisyon alış. IŞİD gerçekten de herkesten önce bizi tehdit ediyor. Sınırlarımıza dayandı, diplomatlarımızı rehin aldı. Ayrıca Türkiye içinde de taraftar kazandı. Her ne kadar yapılan kamuoyu yoklamaları Türkiye’deki IŞİD sempatisinin düşük olduğunu gösteriyorsa da, siyasi tereddüdün sürmesi bu sempatiyi yükseltecekti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IŞİD açıklamaları, anti-emperyalist reflekslerle ve aidiyet dürtüleriyle bu örgüte ve benzerlerine terörist demekten kaçınan, yaptıklarına televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında kılıf bulmaya çalışanları caydıracak, ana akıma uymalarına yol açacaktır. Kaldı ki böylesi bir pozisyon alış, adli ve polisiye sonuçlar doğuracak, BM Güvenlik Konseyi’nin 2178 sayılı kararının da etkisiyle örgüt propagandası/desteği mahiyetindeki eylem ve söylemler kısıtlanacaktır.
***
Türkiye’nin IŞİD’e karşı verilecek mücadelenin içinde aktif olarak yer alması, bölgedeki çıkarlarını koruması, Kürt sorununun çözümünü yönetebilmesine yardımcı olacaktır. “Savaş” bittiğinde Türkiye kazananların yanında yer alacak, muhataplarının kendi çıkar ve beklentilerine karşı daha hassas olmasını sağlayacaktır. Vurgulamaya bile gerek yok ama IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonun parçası olan Türkiye Batı basının ilgisine de farklı bir şekilde mazhar olacaktır.
Ancak, tüm bu ve benzeri nedenler başımızı döndürmemeli, Türkiye itidali elden bırakmamalıdır. Her şeyden önce Türkiye’nin savaş yorgunu olduğu, PKK’ya karşı verdiği uzun mücadelenin travmalarını atlatamadığı unutulmamalıdır. Türkiye’nin insan zayiatına olan toleransı düşüktür. Şehitler gelmeye başlayınca Hükümet suçlanacak, “savaş” uzadıkça, masraflar arttıkça iktidar yıpranacaktır. Terörün ülke içine taşınacağı, alışveriş merkezlerinin, otobüs duraklarının güvenli yerler olmaktan bir kez daha çıkacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
Böylesi bir “savaş” Türkiye’nin ekonomisini de etkileyecek, Irak ve Suriye ile olan uzun sınırımızı korumak daha da zorlaşacaktır. Türkiye’nin yapacağı müdahalenin biçiminin hem Kürtleri (isterseniz PKK olarak okuyun) mutlu etmesi, hem de Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, siyasi istikrarını koruması gerekmektedir. Tampon bölge tartışmalarının gösterdiği gibi bu hiç de kolay bir denklem değildir. Bir yandan koruma isteyen PYD/PKK diğer yandan “tampon bölge” fikrine karşı çıkmaktadır.
Türkiye dışında da eğilim belirlenmiş olsa da henüz somut bir strateji ortaya çıkmışa benzememektedir. Amerika ve İngiltere IŞİD’e karşı verecekleri mücadelenin uzun süreceğini (üç yıldan az olmayacağını) açıklamışlardır. Suriye sorunu konusunda da Amerika 500 milyon dolarlık bir yardım vereceğini ve 5 bin kişinin bir yıl boyunca Suudi Arabistan’da eğitim alacağını söylese de, bu sayının ve yardımın Esad rejimin elinde olan güçle baş etmekte zorlanacağı anlaşılmaktadır.
***
Amerika’nın önderliğindeki koalisyonun Baas rejimin kontrolündeki yerleri de vurabileceği, Türkiye’nin de yardımıyla Hazm Hareketi, Nureddin Zengi Tugayları, Suriye Devrimci Cephesi gibi meşru kabul edilen muhalefetin 50 bine varan gücünden yararlanacağı iddia edilmektedir. Suriye’den kaçan askerlerden daha etkin bir şekilde yararlanılması da belli ki gündemde olan konular arasındadır. Yine de Türkiye girişmek zorunda kalacağı bu mücadelenin uzun süreceğini görmek, anlamak ve anlatmak zorundadır.
Böylesi bir mücadelenin önkoşulu kamuoyu yaratmak, içerideki muhtemel muhalefet odaklarının görüşlerini almaktır. Kürtleri bağımsız devlet kurma ihtirasları dışında çıkarlarının korunacağına ikna edecek bir siyasetin benimsemesi şarttır. Terör örgütü olarak kabul edilen IŞİD’e karşı da terör örgütü gibi davranılmalı, Türkiye’deki yapılanmasının üstüne kararlılıkla gidilmelidir. Bölgenin dengeleri, dünya siyasetindeki dalgalanmalar, Türkiye hakkındaki düşünceler dikkate alınmalıdır.
Türkiye, çok rasyonel, siyasi hedefi açıkça belirlenmiş, mümkün olduğunca esnek bir askeri strateji; bölgesinin hassasiyetlerini dikkate alan bir yaklaşım benimsemelidir. Böylesi bir mücadelenin parçası olacak Türkiye üstündeki yüklerden kurtulmalı, Mısır’la ve İsrail’le barışmanın yollarını aramalı, Kürt sorununun çözümü için kararlılıkla ilerlemeli, demokrasisini güçlendirmeli, siyasi zafiyet alanlarını elden geldiğince azaltmaya çalışmalıdır...