Tam şu sıralar Türkiye ekonominin, siyasetin tüm alanlarını içine alan sıkı bir diplomasi trafiğinin kuşatması altında. Başbakan Davutoğlu, G-20 zirvesinden döndükten sonra, dün Irak’a gitti. Ama bu ziyaretten sonra, Türkiye’ye Papa Francis, Joe Biden ve Putin geliyor.
Papa ziyaretinin zamanlaması çok önemli. Vatikan’ın, hem pazar hem de enerji alanlarında Doğu Avrupa’dan (Balkanlar’dan) başlayarak Hazar’a kadar etkisini artıran Türkiye’yi görmemesi imkansızdı. Vatikan, Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki bölgesel etkinliğini gördü ve Papa, Erdoğan’a şunu söyleyecek aslında; “Biz sizi sırtınızdan vuran ve bizimle de ‘diyalog’ kurmaya çalışan örgütün ne olduğunu, amaçlarını biliyoruz, farkındayız, merak etmeyin ve bizi onlardan kesinlikle ayırın.”
Joe Biden ise Obama yönetiminin Türkiye’ye olan desteğini getirecek.
Putin çıkarması
Putin, Ankara’ya dev bir heyetle geliyor. Putin’e 10 Bakan eşlik edecek. Rusya, Türkiye ‘gerçeğinin’ farkında. Putin, enerjiden, ticaret geçişlerine ve teknoloji transferine kadar çok önemli konuları Türkiye’ye getiriyor. Rus liderin çok kalabalık bir heyetle Türkiye’ye gelmesi birçok alanda önemli görüşmeler yapılacağını ve Rusya’nın Türkiye’ye teknoloji ve sermaye transferini gündeme getireceğini söyleyebiliriz. Bu konuda eğer Putin’in ziyareti ile somut bir adım atılarsa Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar tüm dengeler hızla değişir ve biz herşeyi yeniden konuşmak zorunda kalırız. Tabii Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika ziyaretine de değinmek gerek. Çin, son beş yılda Afrika’ya yoğun sermaye ihraç ediyor ve yatırım yapıyor. Afrika, Batı’nın yoksullaştırıcı sömürgeci çemberinden çıkıyor. Türkiye’nin Afrika ‘açılımı’ tam da bu kapsamda ele alınmalıdır.
İşte tüm bu konuları içerecek şekilde, geçen akşam TRT Haber’de Başbakan Davutoğlu ile Nasuhi Güngör ve Ali Bayramoğlu’nun da katıldığı kapsamlı bir söyleşi yaptık.
Bu söyleşi, bana göre, satır aralarında çok önemli mesajlarla doluydu.
Zaten bu tür programlarda üst düzey hükümet yetkilileri doğrudan bir şey söylemezler; siz söylenenin kurgusuna ve seçilen kelimelere bakarak ‘aslında’ ne denmek isteğini çıkarırsınız.
Davutoğlu ‘aslında’ ne dedi!
Şimdi bu yöntemden hareketle, Davutoğlu’nun aslında geçen akşam ne dediğini yazayım size...
Bir kere Türkiye’deki her yurttaş, desteklesin desteklemesin, Davutoğlu’nun, benim yukarıda anlattığım, Türkiye üzerinden kurgulanan siyasi ve ekonomik trafiğe son derece hakim olduğunu bilsin ve Türkiye’nin çıkarlarını her platformda sonuna kadar savunduğuna inansın. Diyeceksiniz ki, zaten bir Başbakan’ın görevi bu değil mi, Erdoğan ve Davutoğlu’ndan öncekiler de bunu yapmadı mı; hayır yapmadı, kesinlikle söylüyorum ki, yapmadı.
Bir kere Türkiye’nin bırakın küresel etkinlik tesis etmesini, bölgesel anlamda bile etkin olacağına inanmadılar, inanmadıkları için biz Misak-ı Milli’yi bıraktık. İnanmadıkları için montaj sanayinde kaldık, inanmadıkları için enerjiye, teknojiye muhtaç bir ülke olduk.
Benim izlediğim Davutoğlu, tam da Erdoğan’ın bıraktığı yerden devam ediyor. Davutoğlu’na ısrarla, hükümetin açıkladığı dokuz ana başlıktan oluşan ‘eylem planı’nın Merkez Bankası gibi stratejik kurumlarca istihdam ağırlıklı para politikalarıyla desteklenmesi için ne yapacakları sordum; bu sorunun altında yatan açıklık şuydu; “Merkez Bankası Kanunu’nu değiştirip, bankayı yeniden kuracak mısınız; mevcut para ve maliye politiklarından ayrı yeni bir modele geçecek misiz?” Davutoğlu, bu kapalı soruya, aynı kapalılıkla ama aslında “esas olanın reel ekonomiyi -üretimi- desteklemek olduğunu ve ekonomik rasyonalitenin burada yattığını söyleyerek, merkez bankalarının, hükümetin amaçlarına bağımlı olması gerektiğini vurguladı.”
Şu unutuluyor; merkez bankalarının seçilmiş hükümetler karşısında yalnızca araçsal bağımsızlığı vardır, amaç bağımsızlığı olamaz. Dolayısıyla mevcut hükümetin amacı, finansal istikrardan ziyade, bütünlüklü bir ekonomik istikrarsa, merkez bankası da buna uyar. Ama bizim merkez bankası kanunu buna imkan vermiyor. Görüyorsunuz değil mi, Türkiye’ye vesayet ve darbe döneminde nasıl bir tuzak kurmuşlar.
Şimdi Davutoğlu- tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi- merkez bankasının hükümete amaç olarak tabi olması gerektiğini söyleyen bir siyasetçi.
Bunu, bize geçen akşam açıktan söyledi.
O zaman bunun sonucu şu; mutlaka yeni AK Parti iktidarında merkez bankası kanunu değişecek.
İkincisi Davutoğlu, G-20’de Türkiye’nin, şu ana kadar gelişmekte olan ülkelere dayatılan ‘kemer sıkma politikalarıyla’ devam etmeyeceğini, üretimi, teknolojiyi, bilgi ve sanayi toplumunu yukarı çeken yeni bir ekonomi-politik hattı, Türkiye’nin dönem başkanlığında geçerli kılmaya çalışacaklarını söyledi.
Bu da, ekonomide çok stratejik dönüşümün işareti ve Erdoğan’ın 2008’de başlattığı neo-liberal paradigmadan çıkışın süreceğini bize anlatıyor. Yani Türkiye, G-20 Dönem Başkanlığı’nı hakkını vererek yapacak.
Bunun dışında, Davutoğlu, bundan sonraki bütün ticaret anlaşmalarında, Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmasında yaptığı hatayı yapmayacağını ve kendi çıkarları doğrultusunda müdahil olacağını söyledi. AB ile Gümrük Birliği Anlaşması kesinlikle masaya yatacak. Bunun anlamı Türkiye-AB ilişkilerinin yeni döneminin başladığıdır. Türkiye, Almanya’nın dayattığı şartlarda süreci götürmeyecek.
Irak ve petrol ve çözüm süreci...
Başbakan Davutoğlu, Irak’ta hem Bölgesel Kürt Yönetimi ile hem de merkezi hükümetle çok önemli görüşmeler yapacak. Merkezi hükümetle bir müddet sonra ortak bakanlar kurulu toplantılarının da başlayacağını söyledi Başbakan... Bu, hem ekonomik hem de siyasi olarak çok daha önemli bir adım. Benzer toplantılar Maliki zamanında da olmuştu ama bunlardan, Maliki’nin çok ayrı ajandası nedeniyle bir sonuç çıkmamıştı. Türkiye boşa kürek çekmişti. Bu sefer süreç çok farklı. Irak merkezi yönetimi Kürt Yönetimi ile petrol ihracatı konusunda anlaşma yapmak zorunda kaldı. Çünkü Türkiye’nin siyasi iradesi ve ısrarı öylesine güçlü idi ki, başka çareleri yoktu...
Benim TRT Haber’de yaptığımız Davutoğlu söyleşisinden çıkardığım özet sonuç ise şu; Türkiye, ekonomik ve siyasi olarak çok avantajlı bir döneme giriyor ama bu avantajı kullanacak ekonomik alt yapıya ve hukuki üst yapıya henüz sahip değiliz. Marmara Bölgesi’nin altyapısı bile hâl küresel bir ekonominin gereklerine göre donatılmış değil, para ve maliye politikaları ve bunların kurumları, zihniyeti eski... Çözüm Süreci’ni nihai barışa dönüştürecek bir hukuki üst yapıya ve Anayasa’ya henüz sahip değiliz... Ama burada önemli olan bu eksiklikleri, Başbakan’ın ve tabii Cumhurbaşkanı’nın inkar etmemesi bunları bizim kadar kabul edip, takip etmesi... Bu umutlarımı artırıyor.