İsrail, tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirdiği simsiyah bir zulüm sabıkasıyla hafızamızda... Sanattan siyasete, sivil toplumdan bürokrasiye, solcusundan muhafazakârına kadar, vicdanı Filistin ile atan bir toplumuz. “Kudüs Davası” özellikle mütedeyyin kesimin fikir ve aksiyon manivelası görevini ifa etmiştir. Toplumsal hassasiyetlerimiz insanlığın ilk kıblesi Mescid-i Aksa’da adeta mıknatıs gibi kutuplaşır. Bizler, o bahçede büyüdük, çocuklarımızı da avlusunda hiç yaşamadığımız halde, o bahçede büyüttük biz...
***
2002 yılında Filistin konulu geniş katılımlı bir istişare toplantısında gündemime girmişti ilk... “Filistin’e ve Filistinlilere nefes alabilecekleri bir imkanı nasıl kurabiliriz...” Farklı bir çıkıştı. Zira o güne kadar bizim Filistin istişarelerimiz, işgal altındaki mazlum Filistinlilere yardım, diasporadaki muhacir ve mültecilerle dayanışma ve en çok da ülkemizde gerçekleştireceğimiz İsrail protestoları üzerinde yoğunlaşırdı.
Filistin’deki mücadelenin diğer cephelerden en önemli ayrıcalığı, aktüel mücadelenin sadece Filistinlilerin omzunda yükselmesiydi. Çeçenistan’da, Afganistan’da, Bosna’da, Irak’ta, cihada uluslararası destek söz konusuyken... İsrail’in çepeçevre kuşattığı, işgaliyle izole ettiği Filistin, yükünü her zaman tek başına kaldırmak zorundaydı. Ve bizler buna dışarıdan bakanlar olarak, kutsanmış bir fedakârlık öğretisinin seyircileri veya en fazla lojistik destek olarak katılabilirdik.
Mavi Marmara deneyimi ile birlikte “devlet”in ne demek olduğuyla yüzleştik. Sivil ve uluslararası bir çıkıştı, devletlerden bağımsız bir insani dayanışma yolculuğuydu, iyilik filosuydu. Feci bir baskınla durduruluncaya kadar, devlet ile ilgisini aklımıza pek getirmediğimiz sivil bir aksiyondu Mavi Marmara. Duyumlarımıza göre devlet yetkilileri de pek razı değildi bu işe, hem İsrail’in bilinen rijit refleksleri hem de güvenlik endişeleri gerekçesiyle olsa gerek... Ama o feci baskından sonra, katledilen vatandaşları üzerinden devlet, meseleye müdahil oldu, Mavi Marmara “milli mesele” haline geldi. İsrail’den özür, tazminat ve ambargonun kaldırılması şartları ileri sürüldü. Diplomatik İlişkiler, tarihte en alt seviyeye indirildi, hatta ilişkisizlik dönemine girildi...
Kudüs ve Filistin, bizim hiçbir zaman “dış mesele”miz olmadı. Osmanlı kaybetmiş olsa da gönül bağından ortak tarihsel kadere, her şey dipdiri bağlamlar halinde sürmekte... Sadece Gazze’ye değil, Kudüs’e ve tüm Filistin’e “bir nebze” de olsa nefes aldırabilecek bütün imkanlar, bizim için değerli ve azizdir...
***
İsrail ile normalleşme adı verilen mutabakat adımlarında, temkin ve endişe elbette olacaktır. Zira simsiyah işgal ve işkence sabıkasıyla 1968’den bu yana hiç durmayan bir İsrail var karşımızda. Bir de İHH ile devleti karşı karşıya getirmeye kalkan medyatik troller var. Üstelik bu müptezellerde zerre kadar Filistin hassasiyeti yok.
İHH, bir devlet kurumu değildir. Sivil, insani yardım, hak ve hürriyet dayanışması konularında iş gören, uluslararası başarıları ile tarihe mal olmuş bir kuruluştur. Mavi Marmara’da açık ve ağır bedelin içinden geçmiştir. Ümmetin kanayan coğrafyalarında yardım ve dayanışma işlerini görmektedir... İHH’dan mesela bir bakanlık refleksi veya devletin görevlendirdiği kamu kurumu insiyatifi beklemekse işin tabiatına aykırıdır ve stratejik hamle imkanlarınızı daraltır.
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın “Filistin Meselesi”ndeki duyarlılığını gayet yakından bilen birisi olarak onun atacağı adımların, kalbimizdeki hassasiyetlere uygun olacağını düşünüyorum. Şimdi dirayet ve metanet zamanı.