ABD Başkanı Donald Trump sosyal medya hesabı üzerinden “Türkler PYD’yi vurursa, onları ekonomik yönden mahvederiz” tehdidi savurduğunda tarih 14 Ocak’tı. Aynı gün Trump “ABD askeri Suriye’den çekiliyor” da dedi.
Üzerinden dört ay geçti. Ne “müttefiki” Türkiye’nin YPG-PKK uyarısını dikkate alan, ne de güvenli bölge için gerekli adımları atan Washington kur üzerinden Türkiye ekonomisini etkilemeyi ise sürdürdü.
Türkiye’nin zayıf karnı olarak ekonomiyi tespit etmiş durumda ABD. Bırakın yaptırımları, ilişkilerdeki gerilimin bile hassas piyasayı etkilediğini biliyor ve bunu kullanıyor. Yoksa devlet-millet bütünleşmesini tamamlayan Türkiye’nin, kana boyanan güney doğusunu PKK’ya, delik deşik edilen devletini FETÖ’ye teslim etmediğinin gayet farkında Amerika.
Ağız değişikliği o yüzden. “Fırat’ın doğusunda PKK’yı vurmayın ha” tehdidinin Türkiye kamuoyunda doğrudan “PKK=ABD” olarak anlaşılacağını ve halkın Erdoğan’a desteğinin artacağını gördüğü için doğu Fırat’ı unuttu, S-400’lerden medet umuyor ABD.
Başkan Yardımcısı Pence’den başlayarak Ankara için atama bekleyen büyükelçi namzedine kadar Türkiye’yi hiç tanımayan haydut bir kadro S-400’leri diline doluyor. Türkiye için o iş, çoktan bitti oysa. 31 Mart seçimlerinde yüzde 52 oyla bir kez daha onaylanan Cumhurbaşkanı Erdoğan 8 Nisan Moskova ziyaretinde son noktayı koydu.
Yine de Ankara sağduyulu. Gerginliği dağıtmak, uzlaşılabilir noktalarda uzlaşarak ülke güvenliği için öncelenen konularda taviz vermeyeceğini muhatabına anlatma derdinde.
Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da Washington’a gitti. Bakan Albayrak’ın Başkanı Trump tarafından kabulü ise beklenmeyendi. Albayrak’ın “Trump’ın S-400 ihtiyacı konusunda makul bakış açısı gösterdiğini” söylemesi ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin 75 milyar dolara çıkarılacağını duyurması gidişata dair iyi bir işaret sayılabilir.
Anlaşılan o ki Ankara krizi yönetmek için “yöntem olarak diplomasi, muhatap olarak Trump” politikası yürütüyor. “S-400’den vazgeçmeyiz ama diğer ihtiyacımız olan F35’ler için sizinle yeniden anlaşma imzalayabiliriz” önerisi “tüccar Başkan”a cazip gelebilir.
Öte yandan Hulusi Akar’ın dünkü açıklaması çok önemliydi. Akar “S-400’lerin Ankara ve İstanbul’un hava saldırılarına karşı korunması için yerleştirilebileceğini” açıklayarak Başkan Yardımcısı Pence’in “Türkiye’nin S-400 alımı NATO’ya çok büyük risk arz ediyor” cümlesine karşılık geldi.
Bu, Türkiye’nin sadece bölgeden gelebilecek saldırılara karşı değil bir parçası olduğu NATO’dan gelebilecek kötü olasılıklara karşı da hazırlandığına yorumlanabilir. Milli Savunma Bakanı’nın “Pentagon’a rakip olabilecek nitelikte, Ayyıldız adında yeni bir karargah inşa edildiğini” aktarması da bu açıdan hayli manidar doğrusu.
Ankara tüm kurumlarıyla mevcut saldırının ve olası tehdidin nereden geldiğini görüyor ve “düşmanın doğrudan gözüne” bakıyor.
Hulusi Akar’ın aktardığı bilgi bize başka bir şey daha söylüyor. Demek ki Türkiye nüfusunun dörtte birinin yaşadığı, sanayinin, ticaretin, akademinin, sanatın kalbinin attığı İstanbul ve başkent Ankara, havadan gelebilecek tehditlere –halihazırda- açık.
Etrafımız terör örgütleriyle kuşatılırken ve komşu devletler istikrarsız hale gelirken Türkiye de 2013’den beri hedef. NATO üyeleri bunu görmedi, kaygılarımızı anlamadı ve anlamlı şekilde Türkiye’ye hava savunma sistemi satmadı. Anladık ki, göğümüz kalkansız kalsın istediler.
Bu açıdan S-400 doğru bir tedbirdir. NATO çatısı altında FETÖ eliyle işgale dahi kalkışılmışken Türkiye’nin her olasılığa hazır olması gayet normaldir ve elbette elzemdir.