30 Mart yerel seçimleri sonrası 2007’den beri üzerinde analiz yapma imkanı veren siyasi haritanın detaylı bir röntgeni ortaya çıkmış oldu. Öyle ki genel seçimlere göre mahalli seçimler belde düzeyinde bile siyasi haritayı analiz etme imkanı veriyor. Haritanın detayına indikçe AK Parti gerçeği ve muhalefet partilerinin durumu çok daha iyi anlaşılıyor.
Aynı haritaya bakıp ‘bölünme görenler’ yanılıyorlar. Ortaya çıkan harita bizlere bölünme değil ‘dağılmayı’ gösteriyor. Bu dağılma anlık bir resim de değil. Aksine devam etme ihtimali yüksek bir trende dönüşmüş durumda. AK Parti açısından haritada daha fazla genleşme imkanı var. 30 Mart’ta AK Parti’nin 74 ilde oylarını artırmış olması ve bu illerin içerisinde kaybettiği illerin olması, bu durumun açık bir kanıtı. Dolayısı ile AK Parti kendi potansiyelinin zorladıkça, muhalefeti de sınırlarına doğru zorluyor.
AK Parti trendi devam ettiği sürece, muhalefeti ya sadece belli şehirlerde ve bölgelerde oylarını artırmak ya da kaybetmeye zorlamaya devam edecek. Bu muhalefet açısından sürdürülebilir bir durum değil. Dikkat ediniz, mesela CHP, önümüzdeki genel seçimlerde oylarını %20 artırsa ve %30’lara ulaşsa bile, oy artışının kaynağı coğrafi olarak değişmediği sürece Türkiye’de siyasi derinliği olmayacaktır. Bu durum, diğer muhalefet partileri için de geçerlidir.
Muhalefetin coğrafi açılım yapmasının önündeki en büyük engel ise şu an ulaşmış oldukları konforlu siyasi potansiyeldir. Bulunduğu bölgedeki sosyo-politik tabanını rahatsız etmeden farklı coğrafyalara siyasi bir yayılma mümkün değildir. Kemalizm’i ve Türk ulusalcılığını aşmadan coğrafi açılım yapmaları mümkün değildir. Kaldı ki bir an için aştıklarını farz edelim. Kimleri ikna etmeye gidecekler. Yıllar önce AK Parti’nin ikna ettiği ve seçmen sadakatini son seçimle beraber %90’ların üzerine çıkardığı kitleyi mi? Böyle bir riski almanın muhalefet açısından tek çıkış olsa bile rasyonel bir açıklaması olmayacaktır.
Siyasi tarihimizde, krize giren hareketler, genellikle dönüşüm yaşama riski almak yerine, partilerin bölünmesine şahitlik etti. Her seferinde olmasa da sağda ve solda iktidarlar da bu hareketlerden çıktı. Çok uzağa gitmeden, CHP-DSP, MHP-BBP ve RP-AK Parti gibi kopuşlar örnek verilebilir. Muhalefet cephesinde, özellikle de CHP’de, bir DSP senaryosu beklemek için fazlaca bir işaret görünmese de Türkiye siyasi haritasının oluşturduğu baskı gözardı edilemez.
Bu durumda orta vadede muhtemel bir senaryo SHP-HEP benzeri bir ‘ayrışma’ beklenebilir. Geçmişte Kürt siyasi hareketinin yollarını ayırması gibi, DSP kopuşundan farklı olarak CHP içerisindeki odaklarda benzer bir hareketlenme olabilir. Dolayısıyla ortaya çıkan siyasi haritadan çocuksu bir şekilde ‘bölünmüş Türkiye’ analizleri yapanların, gelmesi mukadder ‘felaketi’ gizleme ve erteleme çabalarını fark etmek gerekiyor. Elitler ve siyasi vitrin marifetiyle Türkiye coğrafyasının tamamına ulaşılamayacağına göre CHP’nin Kemalist cemaat ile nasıl bir yol izleyeceğine dair ilerleyen yıllarda bir karara varması gerekecek. Ya da Kemalist cemaatin ‘yeni CHP’ ile ne yapacağına. Malum bu durumun bir benzeri SHP-HEP boşanmasında vuku bulmuş ve 1992 sonrasında Baykallı CHP yılları başlamıştı.
Kılıçdaroğlu’nun ortaya çıkacak tazyiki bir süre daha yönetebileceği muhakkak. Lakin seçimlerde sürekli aynı neticeler alınacaksa, Kemalist ana kadro ve tabanın cari yönetime tabi olmaya devam etmesi için çok fazla gerçekçi bir sebep ortalıkta görünmüyor. Son tahlilde farklı coğrafyalara ve kesimlere ulaşma vaadiyle liderliğine rıza gösterdikleri ‘bir ekibe’, başarı göstermediklerinde niçin desteklemeleri gerektiğini geçmişte olduğu gibi sorgulayacaklardır.