ABD’nin; Suriye’deki PKK uzantısı gruplara bakış açısında halen ikili tavır sergilemesi, artık önümüzde bir Amerika’nın olmadığına ve Amerika’nın da her duruma göre kılıf değiştirdiğine dair kanıttır. Beyaz Saray’ın ve ABD Savunma Bakanlığı’nın Suriye’deki PKK uzantısı terör örgütüne dair ikili tutumu bile, bu ikili yaklaşımın göstergesidir.
ABD anlaşılan, tek kutuplu dünya projesini kendisi bile kaldıramamakta! İran ve Suudi Arabistan ilişkilerindeki tutumuyla, Rusya’nın Ukrayna topraklarının işgalinde farklı, Rusya’nın DAEŞ adıyla Suriye’deki masum insanları yok etme operasyonlarına bakış açısının farklı olması, “Türkiye’ye müttefik” demesiyle, Suriye’deki PYD ve YPG terör gruplarına yaklaşımındaki tutumu, dengesizliğinin belki de kasıtlı dengesizliğin işaretidir.
Türkiye’ye karşı son yıllardaki tutumu ise tutarsızlığın ve hüsranın bir başka boyutudur.
ABD’nin, Türkiye’nin bugünkü rotasından rahatsız olduğu aşikârdır. Türkiye’de iç sorunlar yaratmak suretiyle emeline mazhar olması da, bu rahatsızlığı gidermek amacı gütmektedir.
Avrupa, Rusya ve ABD için “bunlar neden bu kadar çıldırmakta acaba?” sorusuna, artık nerdeyse herkesin net cevabı vardır.
Batı medyasında ısrarla, Türkiye’yi karalama, Türkiye’yi yüksek hedeflere götürme projesinin mimarı “Erdoğan’a iftiraların nedeni nedir?” sorusuna da aynı cevabı verebiliriz. “Uslu Türkiye” gitmiş, yerine “hayır dur, ben farklı görüşteyim” diyen ve sadece sözle değil, hem de uluslararası zemindeki girişimleriyle yeni enstrümanlar geliştiren bir Türkiye’dir, mevzu bahis.
Rus, İngiliz, Alman, Fransız, her kim var ise hepsinin karın ağrısı da buradadır.
Görünen o ki; Türkiye içeride yaratılan sıkıntılarla, ısrarla mevcut Suriye görüntüsüne tabi tutulmakta. Patlamalar, terör gibi olaylar arasında ise Erdoğan hedef gösterilmektedir. Ne yazık ki; Türkiye içerisinde hiç bir yerde görmediğim, dışarıdaki bu düşman tutuma yardım eden zihniyet de söz konusudur. Bu anlamda Türkiye’nin mücadelesi daha ağırdır.
Erdoğan’ı neredeyse hepsi kafaya takmış durumda. Peki neden?
Bu soruları sormak, cevapları bulmak ve anlatmak zorundayız.
Erdoğan ecdadın yoluyla gitmeyi, bu coğrafyada daha güçlü ve dünyayı yönetenlerin protokol sırasında olacak kadar kudretli bir Türkiye istiyor. Bunu isterken Türkiye’ye 100 senedir biçilmiş misyonu, ayaklarına bağlanan zincirleri de kırıp dökmektedir.
Bu düzeni bozarak yeni ve Türkiye’ye has düzen oluşturmaktır hedefi. Elbette bunu, hatta bizlerin gördüğünden daha da derinini, Türkiye’ye rol biçen küresel güçlerde görmektedir. “Erdoğan’la olmaz” diyorlar. Çünkü Erdoğan, Sultan Abdülhamit’ten bu tarafa, bu millete yapılanların farkında ve bıraktığımız yerden tekrar rota çizmekte.
Mesele Erdoğan’ın kendisi değil. Mesele; Erdoğan’la birlikte Türkiye’nin, “köklerinden yeniden kendine has yol haritası çizmesidir” idrakinin, devlet felsefesine dönüşmesidir.
Geçen gün, değerli meslektaşım Mustafa Özkaya, Lübnan’daki bir hatırasını anlattı bana. Lübnanlı Arap gazetecinin; “Türkiye’nin neden önemli olduğuna” dair bir kanaat oluştuğunu ve “bunu Arapların şimdi fark ettiğini” ifade etmiş. “Türklerin en büyük özelliği, dava içerikli lider yetiştirebilmesidir” demiş Arap meslektaşımız. “Erdoğan’ı ve Türkiye’yi yeni yeni daha farklı gözle görmeye idrak etmeye başladık” demiş. Cuma günü 24 TV’deki “Kadınlar Meclisi” programımız öncesi ise sevgili meslektaşım Fadime Özkan’la kuliste, tam da bu konuları ve benim de içerisinde bulunduğum Cumhurbaşkanı’nın Azerbaycan ve Hırvatistan gezisinde, onun verdiği mesajları konuşurken, Fadime Hanım’ın söylediği son cümle, benim söylemek istediklerime “nokta” oldu. Esasında, Erdoğan da bizim için bir nimet ve nimet için şükredilir...