Geçtiğimiz hafta Müslüman kitleleri kışkırtmayı hedefleyen bir film dolayısıyla baş gösteren olaylar sırasında bazıları iyi sınav verdi, bazıları sınıfta kaldı. Türkiye bu sınavda başarılı olanlar arasında. Bir defa kışkırtmalara prim verilmedi. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle Türk kamuoyu özellikle 1970’lerden bu yana kitlesel provokasyonlarla tanışıklığı ve yaşadığı acı tecrübeler sayesinde bu oldukça amatör kışkırtmayı doğru teşhis edebildi. Söz konusu film üzerinden yapılmak istenen şeyin ne olduğu iyi anlaşıldı, tuzağa düşülmedi.
Türk toplumunda bu anlamda gözle görülür bir olgunlaşma var. Sadece İslamcı kesimde değil, laik kesimde de bu olgunlaşmanın izlerini görüyorsunuz. Söz konusu provokasyona gösterilen tepkilerde sol-sağ veya İslamcı-laik farklılaşması görülmedi. Mesela geçmiş yıllarda Salman Ruşdi’nin İslam’ın kutsallarına hakaret eden kitabını Türkiye’de basmak için kışkırtıcı bir kampanya yapan laik sol yerine bugün İslamcılar kadar tepki gösteren bir sol var. Bu arada CHP Gençlik örgütünün Ankara’da “peygamberimize hakaret eden filme yönelik” protesto eylemi yapmış olması da bahsettiğim toplumsal olgunlaşmanın bir başka göstergesi. Kısacası sağıyla ve soluyla geçmişte yaşananlardan da ders çıkara çıkara olgunlaşan bir toplum var Türkiye’de.
İkincisi, devlet ve hükümet adına yapılan tatminkâr açıklamalar daha ileri reaksiyonların önünü kesiyor. Başbakan Erdoğan’ın “toplumun gazını aldık” ifadesiyle kastettiği buydu.
Üçüncüsü, bu provokasyonda kendilerine rol verilen kesimin Türkiye’de kitlesel mobilizasyon sağlayabilme kabiliyeti yok.
Dördüncüsü, zaten provokasyonun hedef sahnesi Türkiye değildi. Müslümanların ortak değerlerini hedef alan böylesi bir saldırıdan nedense sadece Mısır ve Libya Müslümanları haberdar olmuşlardı başlangıçta. Olaylar da orada patlak verdi. İslam dünyasının geri kalanı oradaki olayların duyulması üzerine kışkırtmadan haberdar oldu. Demek ki provokasyon sahnesi olarak İslam coğrafyasının belirli bir bölgesi seçilmişti. Bu bölgede Arap Baharı sürecinde kendilerine yeni bir yol çizmeye çalışan Müslüman ülkelerin yollarından çıkarılmaları hedefleniyor muhtemelen. Daha açık söylemek gerekirse Türkiye’nin mevcut bölge siyasetiyle de uyumlu bir anlayışa sahip olan ve hem ülkelerinde hem de bölgede demokratikleşmeyi esas alan İhvan çizgisinin zayıflatılması hedefleniyor. Bunun için de aşırılıkçı gruplar devreye sokuluyor.
Son birkaç yüzyıldır batılı emperyalist güçlerin işgaline, sömürüsüne, aşağılamalarına maruz kalan, ezilen, yoksul bırakılan Müslüman toplumların en ufak bir müdahaleyle kışkırtılmaya müsait sosyokültürel yapısı onlar için biçilmiş kaftan. Ancak oynanan oyunun perde arkasında yine kimi batılı güçlerin olduğunu bilmek Müslüman toplumlarını daha dirençli ve güçlü kılacaktır.
Türkiye kendi sınavını geçti ama diğer Müslüman toplumların da bu sınavı ve muhtemel benzeri sınavları atlatabilmeleri için yine Ankara’nın üzerine düşen başka görevler de var. Şimdi bir taraftan İslam coğrafyasındaki yine İslam’a ve Müslümanlara zarar veren bilinçsiz aşırılıkları kontrol altına almanın yolunu bulmamız gerekiyor; öbür taraftan da batı dünyasını etkisi altında tutan İslamofobik atmosferle mücadele etmemiz.
Bu bağlamda “fikir hürriyeti” kavramıyla hesaplaşmamız kaçınılmaz. Batı dünyasına İslam’ın kutsallarının aşağılama konusu olmayacağını anlatmamız gerekiyor. Ancak istediğimiz şeyin ifade hürriyeti ilkesinden taviz verilmesi değil, ifade hürriyeti kavramının sınırının beraberce belirlenmesi olduğunu anlatmalıyız. Yahudi soykırımı konusunda gösterilen hassasiyetin Müslümanların değerleri için de gösterilmesi yeterli. Daha fazlasını istemeye gerek yok.
Ama Batı dünyası “hangi inanca saygı gösterileceğine, hangi ifadenin fikir hürriyeti kapsamına alınacağına ancak ben karar veririm” yaklaşımında ısrarlı olacaksa onlara bu işten kendilerinin de zararlı çıkacağını açıklamak lazım. Dünya üzerindeki milyonlarca insanın inancını aşağılayan pespaye bir filme fikir hürriyeti kavramını kalkan yapmanın “entelektüel zorbalık” olduğunu anlatmak lazım.
İslam dünyasının seçkinleri böylesi bir entelektüel zorbalığı bizzat kendi zeminlerinde mahkûm edecek bir çaba içinde olmalı.