Başbakan Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetin Afrika ziyareti devam ediyor. Erdoğan’ın temasları ve verdiği mesajlar, Türkiye’nin Afrika konusunda ciddi bir stratejik açılımı hedeflediğini ortaya koyuyor.
Pazartesi günü, Afrika’ya yönelik küresel ilginin yanı sıra, iki bölge ülkesi İran ve İsrail’in rekabeti üzerinde durmuştum. Bugün Türkiye’nin Afrika ilgisine biraz daha yakın bakmayı deneyelim.
Her ne kadar 1990’lı yılların sonunda başlayan bir Afrika politikasından söz edilse de, asıl hamlenin 2000’li yılların ortasında başladığını söylemek daha doğru olur.
2005 yılında Başbakan Erdoğan’ın Etiyopya ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne yönelik iki kritik ziyareti oldu. Yine aynı yıl Türkiye, Afrika Birliği içinde gözlemci üyelik hakkına sahip oldu.
2008 yılındaki Türkiye-Afrika Birliği zirvesinde ise Türkiye’nin konumu ‘stratejik ortak’ olarak tanımlandı. Türkiye’nin 50 ülkenin katılımıyla gerçekleşen zirveye ev sahipliği yapması, bu ilginin nereye kadar uzandığının ifadesiydi aslında. Bu zirvede alınan kararla her beş yılda bir düzenlenecek Türkiye-Afrika Birliği Zirvesi’nin, bu yıl bir Afrika ülkesinde yapılması planlanıyor.
***
Dilerseniz son Afrika ziyaretine yansıyan bazı açıklamalara bakalım.
Esasen Başbakan Erdoğan’ın “Biz Afrika ile sömürgeci bir mantıkla, tek taraflı olarak değil, karşılıklı fayda ve saygı temelinde, iki tarafın da kazanacağı kalıcı bir işbirliği tesis etmek istiyoruz” cümleleri, Türkiye’nin bakış açısını özetliyor aslında. Nitekim Türkiye aynı mesajı Arap Baharı’nın en hararetli döneminde Libya üzerinden de vermişti.
Gerçekten de son beş yılda alınan Afrika konusunda alınan mesafeye bakıldığında, bu bakış açısının karşılıksız olmadığını görmek mümkün. Erdoğan’ın Nijer’deki şu cümlelerinin de altını çizelim:
‘Afrika ile karşılıklı fayda ve saygı temelinde, her iki tarafın da kazanacağı kalıcı bir işbirliği tesis etmek istiyoruz. Bizim derdimiz; buraların petrolü, altını, elmasın ötesinde, ‘Kardeşliğimizi, dostluğumuzu yüzyıllarca buralarda oluşturulan kardeşlik nasıl olur, birlikte ayağa kalkış nasıl olur, özgürlük mücadelesi nasıl olur’u göstermek için Nijer’deyiz.’
Çatışmacı dilden uzak, tarihsel derinliği olan bu mesajların, diğer aktörler hesaba katıldığında Afrika üzerinde çok ciddi bir etkisi olacağını söyleyebiliriz. Elbette dış politikayı sahici kılacak adımları devamında atabilmek kaydıyla.
Ekonomik ilişkiler hızla büyüyor, rakamlar atıyor. Ancak asıl önemlisi Türkiye’nin bu devasa alanda sözünün itibarı var. İşte asıl kalkış noktası burası ve aynı zamanda korunması gereken de bu.
***
Kuşkusuz yeni küresel aktörlerin, özellikle de Çin’in kıtaya yönelik ilgisi, yatırımları ve arayışları, Afrika üzerindeki hesaplaşmanın nerelere kadar uzandığını göstermesi açısından önemli. Diğer yandan ABD’nin özellikle Fransa’yı paranteze alarak devam eden Afrika stratejisini de unutmamak gerekiyor. Nihayetinde Fransızların, diğer sömürgecilerle birlikte koca kıtayı kısa sürede nasıl dönüştürdükleri, özellikle de misyonerlik faaliyetlerinin sonuçları hala hafızalarda.
Ne zaman bu tür konularda Türkiye’nin rolünden söz etsem, bir taraflardan baykuşlar fırlayıp ‘ne yani şimdi de Afrika’da Batı’nın taşeronluğunu yapacağız’ diye sesleniyor.
Ne Suriye’de, ne Irak’ta ne de Afrika’da Türkiye’nin böyle bir rolü ya da yaygın deyimle ‘jandarmalığı’ var. Aksine Ankara’nın sözkonusu ülke, bölge ve kıtalarda attığı her adım, ciddi rahatsızlıklar uyandırıyor.
Binbir aktörün, sömürge döneminden arta kalan alışkanlıkların cirit attığı bir kıtada Türkiye’nin varlığı, sadece barışa katkı sağlar. Gerisi boş laf.