Bir sokak röportajında sorulan soru; “Ezanın Türkçeleştirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz” sokakta yürüyenlerin verdiği cevap; “zaten Türkçedir Ezan...” “Hayır yanlış biliyorsunuz, Türkçe değil Arapça...”
“Hayır asıl siz yanlış biliyorsunuz, Bismillahirmanirrahim ne demek, Allahu Ekber ne demek, bunlar Türkçe değil de ne...”
Röportajdaki adam, yoldan geçen bir adamdır. Yani hepimizin temsilcisi olabilecek derecede bir vasatın sesidir. Ve o adam okunan ezanların “Türkçe” olduğunu düşünüyor. Doğduğu günden beri okunduğunu duyduğu şey, ona yabancı olamaz.. Uyandığında, yatağından doğrulurken, yemek yerken, kapıdan çıkarken, otobüse binerken söyleyegeldiği Besmele yabancı dilde değildir... Bu sözler onun öylesine iliğine kemiğine işlemiştir ki... Besmele onun ana dilidir, ezan onun için kendisini çağıran annesinin sesi kadar yakındır... Gurbet ellerde insan daha iyi anlıyor değerini. Bir ezan sesi duymak, memlekete kavuşmak gibi, baba ocağına ulaşmak gibi geliyor insana... Yurtdışında kılınan Bayram namazlarında insanların ezana ve selaya ağlayarak koşuştuklarını gördüğümde bunu daha iyi anlamıştım. Gurbette dinleyeceğiniz ezan, anneniz gibi çıkar gelir. Gurbetteki Besmele, gurbetteki Yasin evinizdir...
Bu kısa deneyim bile bize, kültürün ve günlük yaşamın, dini algının üzerindeki tesirini açıklar. Sert ve anlamsız politik tartışmaların ötesinde; bir kalbimiz vardır. Zorla “Tanrı uludur” dedirtilirken bile, “Allahu Ekber” diyen içinden. Bir kalbimiz vardır.
Başlığı Ercan Yıldırım'dan ödünç aldım. “Millet, 1071 sonrasında İslam'ın kurduğu terkiptir” diyor. Sokak röportajını yorumlarken yoldan geçen adamın ezanın Türkçe olduğuna dair kesin inancı, belli ki onu da çok etkilemiş.
İnandığı dinin dilini, kendi dili olarak görüp kabul etmek, Türk'lükten vazgeçmek ya da yüksünmek değildir yoldan geçen adam için. O, öyledir. Ninesinden öğrendiği ''Rabbi Yessir''in Türk-ce olmadığına kimse ikna edemez onu...
***
İttifak, iki ayrı partinin her konuda aynı fikirde olması değildir. Genel seçimlerdeki Cumhur İttifakı, tabanda ciddi bir kabul görmüştü. Yerel seçimlerdeki dinamikler ise çok farklı. Burada iki partinin ittifak yapması önceki seçime göre çok daha zordu.
Af Tasarısı ve Andımız tartışmaları, MHP ile AK Parti arasında ipleri koparan süreçler oldu. Oysa, af konusunda her iki partinin hukukçu milletvekilleri yapıcı işbirliği içinde yeni bir tasarı hakkında çalışıyorlardı... Normali de bu değil mi. Ayrı iki partinin sürekli aynı düşünmesi gerekmiyor.
***
Türkiye'de yaşayan herkesi “Türk Milleti” olarak gören bir yaklaşımı var Cumhurbaşkanımızın. Bu ırka, kavmiyete dayalı bir tanımlama değil, sosyolojik bir tanımlama... Ne var ki Danıştay'ın 5 yıllık aradan sonra seçimlerin arafesinde çıkarttığı son Andımız tartışmasıyla, saatlerimizin ayarı geriye işledi. Kendimizi eski kavgalarımızda bulduk.
Danıştay, Cumhur ittifakının sürmesini istemeyen çevrelerin ekmeğine yağ sürmüştür. Danıştay bir mahkeme olduğunu hatırlayıp, bir siyasi parti gibi davranmayı ne zaman bırakacak... Ömrü Danıştay'da hak arayan bir kişi olarak geçen benim, böyle bir umudum yok şahsen…