Önümüze iki kavram konuluyor: Türk ve Türkiyelilik. Bunlardan birisine teslim olmamız isteniyor. Birisi epeyce sert bir milliyetçilik yaklaşımıyla savunuluyor, öbürü de Avrupacılık ideolojisiyle. Bu ülkede yaşayan herkes kendisini Türk tanımlayacak diye ısrar edenler, aslında yüzyıldır yaşadığımız sorunu çözmek yerine "dogmatik milliyetçilik" yaklaşımlarıyla meseleyi daha da katı hale getiriyorlar. Aslında devlet kurulurken de Anasır-ı İslam sosyolojinin bilincindeydi. Fakat sert sekülerleşme ve sert milliyetçilik ile anasırı İslam üzerinden dozer gibi geçildi. CHP tek parti rejimi, sivil milliyetçilik, müfredat programları, devletin ideolojik aygıtları hep senkronize çalıştı. Türkleştirme politikası zaten tutmadı. Milyonlarca insan bugün çok daha fazla kendisini Kürt görüyor.
1924 Anayasası, kurulan yeni meclisin çatışı altında hazırlandı. Vekiller tamamen Mustafa Kemal tarafından atanmıştı. CHF tek başına egemen olmuştu. Bu anayasada Türkiye Devleti ve Türkiye ahalisi (halkı) kavramı kullanıldı. Türk Devleti ve Türk halkı denmedi. İşte tanım: "Türkiye ahalisinde din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur"(md.88). Burada Türk sıfatı dini ve ırki bir anlam taşımaz. Coğrafi ve siyasi temelde bir vatandaşlık tanımını yapar. Aidiyet Türk kavramı üzerinden Türkiye halkından olan (Türkiye coğrafyasında yaşayan insanlar) herkesi kapsar.
Yüzyıl geçti. Şimdi segmentleşme (parçalanma) ve plüralizm(çoğulculuk) arasında geriliyoruz. Birincisi, tehdit edici. Çünkü parçalanmaya davetiye çıkarıyor. Kürt etnisitesi etrafında oluşan terör, siyasal ideoloji ve örgütlenme bunu anlatıyor. Fakat öte yandan artık dünya gerçekliğinde de kültürel çoğulculuk var. Türkiye de TRT Kürt kanalını açmak ve çeşitli adımlar atmakla bu sürece dâhil oldu. Şimdi artık TRT Kürt olduğuna göre Kürtler de var demek ki!
Kültürel çoğulculuk önlenemez artık. Zaten Anasırı İslam sosyolojisi de bu gerçekliğe uygun. Osmanlıdan bize bakiye kalan toplum budur. Fakat bu sürecin parçalanmaya doğru yürümemesi için iki şey yapıyoruz. Ya yeniden Türklük üreterek herkesi bu şemsiyede toplamak istiyoruz ya da Avrupacı yaklaşımla tamamen millet olma ruhunu terk ederek ülkemizi etnik topluluklar coğrafyasına çevirmeye çalışıyoruz. İki siyaset de yürümedi ve yürümüyor. Birincisinin yürümediğini defalarca gördük ve tekrar denemenin bir yararı yok. İkincisini Çözüm Sürecinde uyguladık ve başarısız olduk.
Çözüm nedir?
Bu ülkede herkes kendisini istediği şekilde tanımlasın: Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Roman vs. Türk Milleti kavramını da üst siyasi çerçeve olarak kullanalım. Yani bütün kavmi unsurların (anasır-ı İslam) ortak millet bilinciyle Türk Milleti üzerinde uzlaşması...Burada hem çoğulculuk korunur hem de birlik. Bu coğrafyada bir milletiz ve de olmak zorundayız. Bunun ruhu anasırı İslam'dır. Ancak artık çağdaş ulus devletler zamanında buna Türk Milleti diyoruz.
Türk, çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir halktır. Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan... Türkler sadece Türkiye'de yaşamıyor. Bu coğrafya ile sınırlı konuştuğumuz zaman diğer Türkleri kimi zaman dışarda bırakarak yorum ve tanım yapmak zorundayız. Mesela bahsettiğim Türklerde 1960 darbesi yaşanmadı, DP hiç olmadı, demokrasi 90'lardan sonra ortaya çıktı. Buna göre sadece Türkiye siyasal coğrafyasına özgü bu olguları anlatmak üzere Türkiye siyaseti dememiz gayet normal. Türk siyaseti sadece Türkiye'yi kapsamaz, bütün Türkleri kapsar. Yine gündelik hayatta yerindeki uygunluğa göre Türk de diyelim, Türkiyeli de. Türk kahvesi denir, ama Türkiye yemekleri de demek mümkün. Ege zeytinyağlı, Karadeniz balık, Doğu Anadolu kebap boyutları...
Maksadımız Türkiye'de bir millet olarak huzur ve refah içinde yaşamaktır. Bu da ortak millet olma ve farklılıkları da bu ortaklığı yok etmeyecek biçimde tanımakla mümkündür.