Ertuğrul Özkök, kendisine küfür ve hakaret olarak dönecek yazısında şöyle diyor: “Bu Türk solcuları, 1969 yılında Dolmabahçe’de ellerinde ‘NATO’ya hayır’, ‘Katil Altıncı Filo defol’ pankartları ile Amerikalı bahriyelileri denize dökerken, ben 22 yaşında solcu bir gençtim. Hayatımın hiçbir döneminde ‘NATO’ya hayır’ sloganı atmadım.”
Devam ediyor: “Bugünkü durum, NATO’nun ve makul insanların beyin ölümü değil, kafası hâlâ Dolmabahçe’deki o trajik eylemde kalmış Türk solcusunun beyin ölümüdür...”
Özkök hep “Batı yanlısı” olduğu için böyle düşündüğünü söylüyor.
Olabilir.
Ben, “Türk solunun beyin ölümü” diye bir şeyden söz edemeyeceğimizi, çünkü “Türk solu” diye bir şeyin (artık) var olmadığını iddia ediyorum.
Bu iddiamı, defaatle yazdım.
Türkiye’de sol, evet, “sosyoloji”nin icbar ettiği bir düşünce pratiğidir ama manipüle edilmiştir. Yani, “ele geçirilmiştir...”
Daha doğru bir ifadeyle, sol tarla “sürülmüştür...”
Hem de NATO tarafından...
Rahmetli Mahir Kaynak, 12 Eylül öncesinin “iç savaş ortamı”nı hazırlayan aktörlerin başında, Batılı müttefiklerimizin geldiğini anlatırdı.
Bu konuda, kitaplarında mebzul miktar detay ve örnek var.
Türkiye’deki sol terör örgütleriyle ilgili de kafamızı karıştıran, daha doğrusu zihnimizi açan değerlendirmelerde bulunurdu.
Rahmetlinin kimliği (MİT’in bir haber elemanı olduğu) 9 Mart cuntası yargılamalarında deşifre edilmişti.
Bu tarihten sonra, “gizli elemanlığı” sona erdi, açık kimliğiyle MİT’te görev almaya başladı... Ölünceye kadar da, “sol”un laneti altında yaşadı.
Mahir Kaynak, 12 Eylül darbesinin şartlarını “olgunlaştıran” sol terör örgütlerinin Sovyetler Birliği’yle ilişkili olduğu kabulüne itiraz eden az sayıdaki istihbarat görevlisinden biriydi.
Kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyordu (mealen aktarıyorum): “MİT’teki inanış şuydu: 1970-80 arası Türkiye’de tedhiş ve terör uygulayan sol örgütler, Sovyetler Birliği tarafından desteklenmekte ve finanse edilmektedir. Ben bu kanaatin yanlış olduğunu anlatırdım ama inandıramazdım. ‘Soğuk Savaş’ şartları içinde, Sovyetler Birliği’nin ülkemizde faaliyet göstermesi, hele ‘sol düşünce’ye sahip terör örgütlerini yönlendirmesi düşünülemezdi. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin bunda bir çıkarı yoktu. Türkiye’nin, terör üzerinden de stabilize edilmesi en çok NATO’nun ve Amerika’nın işine yarardı; NATO müdahalesini meşrulaştırırdı. Benim kanaatim şuydu: Sol terör örgütlerine finans ve silah desteği NATO güdümündeki örgütler tarafından sağlanmaktadır. Bu örgütlerin Belçika bağlantısı araştırılmalıdır. Belçika dediğimizde, doğrudan NATO’dan söz ediyoruz. NATO, hangi kanallarla ‘derin devlet’e nüfuz etmiştir? Öncelikle oraya bakılmalıdır. Bu kanaatimi 12 Eylül darbesi pekiştirdi. 12 Eylül’e en büyük gerekçeyi, ülkemizdeki sol terör örgütlerinin ‘eylemleri’ sunmuştur.”
Kendilerini kullandıran, bilerek ya da bilmeyerek NATO’ya hizmet eden “sol örgütler” için de şu değerlendirmeyi yapıyordu Kaynak (yine mealen aktarıyorum): “Türkiye de 1960 darbesi akabinde solun önü açılmış ve 1970'de de Baas tipi bir ihtilalin, bir darbenin arkasına İngiltere geçmişti. Bu ülkesini düşünen, Türkiye'nin bağımsızlığı için mücadele eden insanları gerçekte kullanan onlardı. Hiçbir gencimi, hiçbir arkadaşımı itham etmiyorum. Bilinçli olarak bu hareketin içine katıldıklarını söylemiyorum. Bu bir varsayımdır, tartışılabilir. Kendilerini İngilizlere kullandıranlar 12 Mart’ın önünü açmıştır. Aynı anda sol ve sağ tedhiş gruplarının sahne aldığı 12 Mart sonrasındaki olaylar da 12 Eylül’ü getirmiştir.”
Bütün bu teknik (istihbari) açıklamalardan benim süzdüğüm gerçek şu:
Sol tarlayı da NATO-ABD (uzantısındaki Derin Devlet-Gladyo) ittifakı sürmüş.
Daha doğrusu, Türk solunun “beyin ölümü”, soğuk savaş yıllarında gerçekleşmiş.