Giyinmek, ısınmak, doğa ve iklim koşullarından korunmak... Peki ya moda? Birçoklarına göre moda da en az giyinme ihtiyacı kadar eski. Yalnız, modanın doğuşunda insanoğlunun daha güzel görünme isteğinin etkili olduğu muhakkak.
Moda nedir? Kendine yakışan mıdı, gereksinimin en şık hali mi, güzel görünme çabasının adı mı, yoksa ekonomik kaygıların üzerinde yükselen bir aldatmaca mı?
Tarihsel süreçlere baktığımızda giysinin amacının örtünmek olduğunu görüyoruz. İlk insanın örtünme telaşını karşılayanın ise yaprak olduğu bilinir. Giyinmenin amacı ihtiyaç gidermek, ısınmak, doğa ve iklim koşullarından korunmak idi. Bunun için yaşanılan coğrafyanın sunduklarından faydalanılırdı. Peki ne oldu da “moda” oldu, moda kavramı hayatı böylesine etkiler oldu?
Kimilerine göre giyinme ihtiyacı doğduğu andan itibaren moda da doğdu. Zira insanın olduğu yerde rekabet de vardır, güzel görünme arzusu da. Üstelik moda sadece giyim ile sınırlı kalmaz hayatın yaşamın her aşamasına nüfus eder. Beslenmeden mobilyaya, arabalardan seyahat tercihlerine, sanattan şarkılara dek her alan modanın enstrümanı olur.
Üstelik sadece günlük yaşamda değil, resmi işlerde ve askeriyede de belli uygulamalar yapılır. Rütbeye, makama göre renkler değişir, modeller farklılaşır, semboller öne çıkar. Kartal figürü kimi zaman devlet simgesi, kimi zaman spor kulübü amblemi olur.
Arı resimli amele kostümü
Savaştır bazen modaya damgasını vuran, bazen de bir doğa olayı. Ya da bir hayvanın karakter özelliği öne çıkar. Reşad Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü’nde arı resimli kazaklara yer verir. Arının çalışkanlığının vurgulandığı bu kazaklar amelelik mesleğinin simgesiymiş. Öyle ki 1950-1960 yılları arasında İstanbul’da çalışan ameleler arasında moda olmuş. İstanbul’dan sonra Anadolu’nun her köşesine taşınan bu kazakları giyen ameleler, işsiz kalmayacaklarına inanırlarmış. Göğsü tamamen kaplayan arı motifi olan kazaklar, kolsuz imiş.
Yaşanılan topraklar ve coğrafya önemlidir, gelenekler etkilidir, yaşanan her olay modaya yön verir. Moda da değişmeyecek tek unsur, insanların modaya uyma çabasının değişmeyecek olmasıdır.
Süreçler etkilidir moda için. Kaynaklara göre, 1920’lerde kadınlar için çığır açan gelişme, pantolon giymenin moda oluşudur. 1930’larda gündüz tayyör giyen kadınlar geceleri uzun elbiseleri tercih ediyorlarmış. Çok kısa bir süre sonra ise süslü şapkalar moda olur.
1950’ler dünyada büyük değişimlerin başladığı zamanlardır. Dünya savaşları yerini yeni umutlara, arayışlara bırakır. Güzellik kavramının yeniden yorumlandığı söylenen bu devirler modanın tesir alanlarından biri de ten, dolayısı ile makyaj. Porselen ten öne çıkar. Reşad Ekrem Koçu ‘yüz yazması’ olarak bilinen makyajda, yüz boyamasında kullanılan kırmızı boyanın ‘ruj’ olduğundan bahseder.
Makyaj her daim önemli olur üstelik sadece kadınlar için değil erkeklerin de başvurduğu bir yöntemdir. Koçu, bu durumu “Meşrutiyet’ten sonra ve yalnız İstanbul’da, aşırı alafrangalık yolundaki ailelerin delikanlıları yanaklarına pudra ile beraber hafif pembelik vermişler ve dudaklarını da yine hafifçe boyamışlardır” diye açıklar.
Yüz yazmacıları
Kadın makyajında allık olarak, zararsız kırmızı boyanın aktarlarda ‘gaz boyaması’ adıyla satıldığını anlatan Koçu, gülsuyu ile hafifçe ıslatılan yanaklara sürülen gaz boyamasıyla yüzün renklendiğini belirtir. Yüzü beyazlandıran ‘allık’ ise ‘düzgün’ olarak adlandırılırmış. Allık yapımında kullanılan suyun içeriğinden dolayı hem yüz tahriş olur hem de ciltten geçen bu karışım dişleri karartırmış.
Kaş boyamasında rastık, kirpik için sürme kullanılırmış. Elbette hünerli ellerden çıkabilecek bu uygulamalar için de bir meslek grubu oluşmuş. y’üz yazmacıları’ ismiyle anılan bu meslek mensupları aynı zamanda saç kesip, saça şekil verip, kendi evlerinde veya davet edildikleri evlerde çalışarak geçimlerini bu yolla sağlarlarmış. Ancak sokağa fazla sürülen allıkla çıkmak hoş görülmez, kişi ‘haspa’ olarak damgalanırmış.
1950’li yıllar, sadece makyajla değil modanın tarihine geçecek isimlerle de anılır aslında. yedinci sanat olarak tanımlanan sinema sayesinde isimler öne çıkar, moda değişir. Moda olan sinema mıdır yoksa sinemanın günlük hayata dahil ettiği kişiler midir bilinmez ama Audrey Hepburn veya Brigitte Bardot gibi isimleri günümüze taşımayı başarır.
1960’lar özgürlük rüzgarlarının zamanıdır, 1970’ler karmaşanın kişiselleştiği yılları saklar.1980’ler de ise dünyayı etkileyen moda güzellik olur ve bu uğurda moda yön bulur.
Bana göre bu süreç hızlanarak devam eder ve günümüze ulaşır. Artık konuşulan güzellikten de öte yaşlanma karşıtı çalışmalar olur. Bir yandan yaşam süresinin uzatılması çabası bir yandan da güzel kalma telaşı yarışır. Kazanan kim olur bilinmez ama tarihin yapraklarına düşecek notlar yazılmaya devam edecek.