İçinde bulunduğumuz “çözüm süreci”nin bir ayağı PKK’nın silah bırakması ise bir diğer ayağı “vatandaşlık tanımı”nın demokratikleştirilmesi.
Bu ikinci meselede yapılması gereken ilk işin ne olduğu konusunda ise yaygın bir kabul var: 1982 Anayasası’ndaki “her TC vatandaşı Türktür” dayatmasının kalkması. Her vatandaşa kendi kimliğini istediği gibi tanımlama şansı verilmesi.
Fakat mesele bununla bitmiyor ne yazık ki. Bir de hem anayasanın, hem siyasi lügatimizin, hem de toplumsal tasavvurumuzun merkezinde yer alan “Türk milleti” kavramı var.
Bu kavramı kullanmaya devam etmeli miyiz? Yoksa Kürtleri de kapsasın diye “Türkiye milleti” diye yeni bir kavram mı üretmeliyiz. Aksi halde Kürtler bu işe ne diyecek?
Bu soruları biraz açmak lazım.
Üç tatsız sonuç
Konuya “anlaşıldı, sizin Türklükle sorununuz varmış” diye girip “vatanaihanet”ten çıkacaklar için baştan söyleyeyim: Benim “Türk milleti” kavramıyla hiçbir şahsi sorunum yok. Aksine, o milletin bir parçası hissediyorum kendimi. Çünkü Türk’üm, bundan da çok memnunum.
Sorun, kendini benim gibi Türk hissedenlerden ötürü değil, Kürt hissedenlerden ötürü çıkıyor. Onlarla nasıl bir uzlaşıya varacağımızı tartışıyoruz.
İşte bu tartışmaya katkı olsun diye önümüzdeki bazı alternatifleri sıralayalım.
İlk alternatif, bugüne kadar olduğu gibi, tüm toplumu “Türk milleti” diye tarif etmek. Kürtlerden gelecek itirazlara da, “yok, siz yanlış anlıyorsunuz, bu etnik tanım değildir, kimlik dayatması hiç değildir” diye izahlar getirmek.
Yani aslında 90 yıllık formülü devam ettirmek.
Bazı yazarlar bu görüşü savunurken, söz konusu formülün Kemalizm’in aşırılıkları nedeniyle tutmadığını, ama şimdi revize edilip tutabileceğini savunuyorlar.
Eğer Kürtleri ikna edebileceklerse, eyvallah. Ama pek zayıf görüyorum bu ihtimali. Dahası, Türk milleti kavramında ısrar edersek, şu üç tatsız sonuçtan birine mahkum olabileceğimizi seziyorum:
1) Bu kavramı Kürtlere de dayatarak otoriterliği sürdürmek. Bunun reaksiyonlarına (örneğin belki yeni PKK’lara) da hazır olmak.
2) Kürtlerin “Türk milleti” içinde genelden farklı bir “azınlık” olduğuna hükmetmek.
3) Türkiye’yi “iki miletli” bir ülke olarak kurgulamak.
Bu üç şıkkın ilkine Kürtlerin çoğu, üçüncüsüne de Türklerin çoğu şiddetle karşı çıkar. İkinci şıkka ise sanırım hepsi karşı çıkar. (“Azınlık”, ne olmak istenen, ne de olması istenen bir şeydir bizde.)
İkinci bir formül ise çok renkli ve etnisiteli bir “Türkiye milleti” tanımlamaktır. Bu formül, Kürt etnik milliyetçiliğini dizginlemeye yeter mi, bilinmez. Ama dizginlemeye daha elverişli olduğu, çünkü kağıt üstünde daha tutarlı ve kapsayıcı olduğuna kuşku yok.
Ancak deniyor ki, bu sefer de Türk çoğunluk bu “Türkiyemilleti” kavramını “uydurma” bulup reddedebilir.
Ne yapacağız peki?
Mâlum millet
Bana sorarsanız, tüm bu kimlik meselelerinin altın bir kuralı var: En iyi tanım, en az tanımdır.
“Millet”e dair en iyi formül dahi, onu fazla tanımlamamaktır.
Böyle saçmalık mı olur derseniz, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki metinlere dikkatle bakmanızı öneririm: Sürekli olarak adı konmamış bir “millet”ten bahsedilmekte, herkes de onun ne olduğunu bilmektedir: Osmanlı’nın Müslüman milleti.
Uzun zamandır dikkat ediyorum, Başbakan Erdoğan da aynı paradigma içinden konuşuyor: “Milletimiz”i övüyor, Türküyle Kürdüyle “tek bir millet” olduğumuzu söylüyor. O kadar.
O sayede Yozgat’ta da alkışlanıyor, Diyarbakır’da da.
Sanırım en doğrusu bu. Ve aradığımız uzlaşma zemini de burada.