Mısır’da olanlarla Türkiye arasındaki tek bir benzerlik var; o da her coğrafyada farklı tezahürleri olan jakobenizmin demokrasiye karşı bitmek tükenmek bitmez itirazıdır. Mısır darbeyi yaşarken aynı burada “laik”lerin demokrasiyle aralarında bittiğini zannettiğimiz problemin depreşmek için fırsat kolladığını gördük. Tek partiden 27 Mayıs’a, 28 Şubat’tan 27 Nisan’a yürüyen kafile hala yürüyor. Üstelik, bu kez liberal, liberal-sol vb gibi unsurların da katılımıyla....
Mısır’daki darbenin fetvasını bizdeki laikçiler verdi.
Beş bin yılda ilk kez serbest seçim yapan demokrasi acemisi bir ülkenin, hiçbir iktidar tecrübesi olmayan Müslüman Kardeşler’i (İhvan-ı Müslimin) herşeye rağmen demokrasi safında kalırken; Mısır’ın jakoben-laik seçkinleriyle Türkiye’nin (eski) laik seçkinleri darbede ittifak ediyor. Üstelik, buradakiler darbe ve vesayet bahsinde tarihsel olarak büyük birikime sahip oldukları için Mısır darbesini daha ustalıklı ifadelerle gerekçelendiriyorlar.
Demokrasi safındaki İhvan
Batılı değil batıcı modernleşme Türkiye’yi on yıllar boyunca nasıl siyasal şizofreniye mahkum ettiyse ve şekilsiz bir ülkeye çevirdiyse, aynı felsefe Ortadoğu’yu da şekilsizleştirdi. Aradaki bu akrabalık sayesindedir ki eskiden Kemalizm’i Ortadoğu’ya bir model olarak sunmak hevesinden vazgeçmeyen laik seçkinler şimdi de umutsuzca Mısır darbesinin içerde bir modele dönüşmesi için dua ediyorlar.
Sonuçta, Türkiye dahil bütün Ortadoğu’nun jakoben laikliği demokrasiyle bir türlü bağdaşamıyor. Müslüman Kardeşler’in demokrasi bilinci sözgelimi Türkiye medyasının eskimiş temsilcilerinin bakış açısının üzerine çıkabiliyor. Birkaç gündür gazetelerde televizyonlarda demokrasi-İslam bağlamında 28 Şubat atmosferini hissettiren yorumlar yapılıyor. Demek ki Türkiye’nin son 10 yılda yaşadığı mükemmel ve benzersiz tecrübe bazılarına pek birşey öğretememiş. Öğretememek şöyle dursun içlerindeki din düşmanlığını daha da büyütmüş. Bazılarının da depreştirmiş...
Bu soruya cevap bulmadan ilerleyemeyiz.
Neden, “jakoben laiklik” veya “laikçi laiklik” veyahut da adı her neyse her fırsatta bencilleşen laiklikle demokrasi bir türlü bağdaşmıyor? Darbe bile kolaylıkla ve bir haya emaresi gösterilmeden tercih edilebiliyor.
Böyle olunca aradaki benzerlikler bizi hiç şaşırtmıyor. Mesela, Tahrir’nin en sonunda gidip darbeyi alkışlaması şaşırtıcı değil. Çünkü bizde de darbeler 27 Mayıs’tan beri defalarca laikçiler tarafından alkışlanmıştı.
Evet, eskiden alkışlıyorlardı ama bugün.. Hala!
Türkiye’yi dindarlar demokratikleştirdi
Dindar-muhafazakar-İslamcı kadrolar ve geniş halk kitleleri Türkiye’yi askeri ve yargısal vesayetten kurtardı, Avrupa Birliği yoluna soktu, temel hak ve özgürlüklerde benzersiz adımlar attı, Kürt sorunu için kolları sıvadı, kadın haklarına anayasal güvence kazandırdı, azınlık sorunlarında yapılamayanları yaptı, Aleviler’in ilk kez devlet katında tanınmasını sağladı... Geçen hafta Mısır darbe yolunda ilerlerken ve bizdeki destekçileri sevinçle ayaklanmışken hükümet darbenin dayanağı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini kaldırma kararı aldı.
Özetle, dindarlar demokrasinin kalitesini artırdı ve kökleşmesini sağladı. Muhafazakar kadrolar ve kitleler oyuna girmeseydi Türkiye hala 28 Şubat’ı; yani askeri vesayet rejiminin yaşıyor olacaktı.
Geleneksel, laikçi kesimlerin de bu değişimden pay alması; gelişmesi ve demokratikleşmesi beklenirdi. Mısır darbesine verilen tepkiler de gösterdi ki durum böyle değil. Bu alanda ciddi sorunlarımız var. Türkiye benzersiz bir değişim yaşadı ama yerinde sayan Eski Türkiyecilerle aradaki makas açıldı.
Sorun galiba şurada gizli...
Kimliklerini “laik” olarak ilan edenler; özellikle de temsil kaabiliyetine haiz olanları gerçekte laik değil İslamofobik’ler ve bunun farkında değiller.
HABERİN KURALI 5 N, 1 K’DIR... BİR DE M GEREKMEZ
Gezi Parkı olaylarının üzerindeki sis perdesi kalktığında, toz bulutu indiğinde -ki inmek üzeredir- geriye Kabataş’da saldırıya uğrayan Zehra D’nin öyküsü kalacak. 2013 Haziran ayında bu ülkede böylesine hazin bir vak’anın yaşandığı asla unutulmayacak. Ağaç, park adına sokağa dökülenlerin kendilerine benzemeyene karşı bu sınırsız öfkesi, başörtülü bir anneyi ve 6 aylık bebeğini tartaklamaya varan şiddeti hafızalardan silinmeyecek...
Elif Çakır, büyük ustalıkla ve aynı zamanda gazetecilik ahlakına örnek gösterilecek bir titizlikle Zehra’nın öyküsünü kaleme aldı, STAR’da yayınladı. Bütün Türkiye, gerçekte ne olduğunu bu haber sayesinde ayrıntısıyla öğrendi. Fakat ne görüldü ki Kabataş’ta Zehra D ve bebeğine saldıranların öfkesinden daha büyüğü ve şiddetlisi medyada var. Haberi yalanlamak ve değersizleştirmek için sistemli bir kampanya başladı. Kampanyacıların ortak özelliği hepsinin de 28 Şubat’ın tecrübeli isimleri olmaları. Meslek hayatları boyunca hep yalan ve kurmaca haberler yaptıkları için herkesi de kendileri gibi zannediyorlar.
Bugüne kadar hiçbir haberde sorulmayan birşeyi soruyorlar. Mobese kayıtları var mı?
Mobese kaydı olup olmaması ne Elif’in ne de gazetenin sorunudur. Haberin kuralı 5 N, 1 K’dır. Bir de M gerektiğini bilmiyorduk. Mobese kayıtlarını içi rahat etmeyenler bulsun, bizi ilgilendirmez. Bulup getirirlerse biz de tabii ki yayınlarız.
Bu vesileyle şunu da söyleyeyim. Bir haberin STAR gazetesinde yayınlanması ve o haberde ısrar edilmesi yeterince referanstır. STAR yazıişleri Türkiye medyasının en tecrübeli isimlerinden oluşuyor. Bir haberi daha iyi anlayıp değerlendirecek bu kadar tecrübeli başka bir ekip göremiyorum.
Eski Türkiye medyasının neden o haberle uğraştığını anlamıyor da değiliz. Sokağa döküp, provoke ettikler insanların arkasını toparlamaya çalışıyorlar ama nafile... Çoktan o saldırının ortağı oldular. Mesleğin mobese kayıtlarına girdiler!...