ABD Başkanı Barack Obama ve Dışişleri Bakanı John Kerry, Tunus’ta cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan laik Nida Tunus (Tunus’un Çağrısı) Partisi’nin lideri El Baci Kaid es-Sibsi’yi kutlamış.
Hatta Kerry, “Tunus, demokrasiye, uzlaşmaya bağlılık ve katılımcı siyasi süreçle birlikte nelere ulaşılabileceğini göstererek bölge ve dünya için parıldayan bir örnek sundu” demiş. Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de, es-Sibsi’yi tebrik ederek, destek sözü vermiş.
Bizde de Tunus üzerine güzellemelerden geçilmiyor. Güzellemelerin bir bölümü de, ilginç biçimde Nahda hareketine yöneliyor. Hatta Nahda’ya yönelik güzellemelerin laik Sibsi’yi bile gölgede bıraktığı söylenebilir. Çünkü Nahda’nın, Mısır’ın başına gelen Tunus’un da başına gelmesin diye, topu laik rakiplerin ayağına verdiği, kendi oyuncularını pasif konuma sürüklediği, dolayısıyla laiklerin başarısında Sibsi’den bile fazla rol oynadığı ifade ediliyor.
Bir tür şike yani.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Nahda aday göstermiyor. Seçmenlerini serbest bırakıyor. Diğer aday olan Mezruki’ye desteğini de açıklamıyor. Bir anlamda tam bir atalet hali.
Yani nerede ise rakipsiz bir laik siyaset söz konusu. Buna rağmen seçime katılım yüzde 60, Sibsi’nin aldığı oy oranı yüzde 55.6. O zaman Sibsi’nin gerçek seçmen karşılığı ne oluyor, yüzde 30 mu? Eee, gerisi ne olacak, yüzde 70 seçmen neden oy vermediu Sibsi’ye?
Şike, dedim. Şike başka ne ki? Rakip takımın oyuncusuna bir şey vaat edip, daha pasif oynamalarını sağlamak ve galip gelmenin yollarını aramak değil mi?
Tunus’ta olan da tam bu.
Nahda’ya bir şey vaat edildi mi bilmem, ama en azından Nahda’nın bu hareketinin, ifade edilmiş olsun olmasın, bir “Mısır şantajı” ile bağlantılı olduğu açık. “İstersen seçimlere gir ve kazan, başına Mursi’nin ve İhvan’ın başına gelen gelir, sokaklarda kan kustururuz, sonunda da idamla yargılanırsın.” Bu söylemi biz Mafya filmlerindeki ağzına tabanca dayanmış, eşine çocuğuna tecavüz edilecek adamların görüntülerinden tanıyoruz değil mi?
Nahda geri çekildi ve “Varsın biz iktidara gelmiş olmayalım, yeter ki Tunus’un canı yanmasın” dedi.
Ve Amerika ve Avrupa, böyle bir durumu alkışladı.
“Parlayan örnek” diye niteledi.
Franz Fanon, Cezayir Kurtuluş Savaşının Anatomisi isimli kitabında Fransız sömürge yönetiminin eşi çarşaftan çıkan devlet memurları için özel kutlama törenleri düzenlediği yazar. Aradan 50 yıl geçiyor, neo-kolonyalistler, siyaseti şikeli yapıp laiklere zafer (!) kazandıran İslam ülkelerine madalya takıyorlar.
“İslam dünyasında siyaset olacaksa, böyle olacak” demek bu.
Erbakan olmayacaksınız, Mursi olmayacaksınız ve “Siz kadınları çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyen Tayyip Erdoğan olmayacaksınız.
Şimdilerde “Tayyip Erdoğan uzlaşmayı bozdu” söylemlerinden geçilmiyor.
Nahda lideri Gannuşi “Geç olsun da güç olmasın”ı seçti. Sorun bakalım yüreği rahat mı? Sorun bakalım bunun adı demokrasi mi?
1992’de Cezayir’i kan gölüne çevirdiler, sırf İslami Selamet Partisi iktidara gelmesin diye.
Erbakan NATO konsepti ekseninde “Türkiye’de İslam çok oldu” mantığı ile “İslam’ı azaltma operasyonu”na maruz bırakıldı ve sonunda iktidardan düşürülüp, partisi kapatıldı.
Mısır’da darbeyi “Demokrasiyi kurtaran hareket” diye tanımladı, şimdilerde Tunus’u selamlayan ABD Dışişleri Bakanı Kerry.
Suriye’de, Esed devrilirse iktidara kim gelecek sorusunun cevabı Müslüman Kardeşler olabilir diye, milyonlarca insanın göç etmesine ve Esed’in cinayet makinasının işlemesine, yüzbinlerce insanın katledilmesine, şehirlerin harabeye dönmesine göz yumdular.
“Mursi, Gannuşi gibi yapsaydı başına bunlar gelmezdi” diye yazıp çiziyorlar utanmadan.
Tunus mu Türkiye mi?
Önümüze Tunus örneği koyanların Türkiye’de Tayyip Erdoğan’a ve üç dönemdir devam eden Ak Parti iktidarına karşı yürüttükleri savaşa bakınca, Tunus’un, kafalarındaki şikeli demokrasi modelinin yansıması olduğunu ayan beyan görüyorsunuz.
Ben şunu sorarım: Tunus’ta Nahda adına ne zaman “Yeter söz de karar da milletin” denecek?