Uzunca bir süredir Türk dış politikasını iç politik çekişmelerden bağımsız olarak ele alamıyoruz. Elbette dış politikanın iç politikadan ayrık olmadığı öne sürülebilir, ki bu doğrudur. Halkının yönelimlerini, hissiyatlarını ve menfaatlerini gözetmeyen diktatörler ancak ülkelerinin dış politikalarını iç politikadan bağımsız yürütme lüksüne sahiptir çünkü aldıkları kararların hesabını halklarına vermek zorunda değillerdir. Mısır, Suudi Arabistan, BAE gibi ülkelerin yönetim makamlarını işgal eden kişiler, halkın tercihiyle orada olmadıklarından koltuklarını muhafaza etmek için de halkın onayına muhtaç değiller. Dolayısıyla kendilerini halklarına değil de koltuklarını borçlu oldukları başka mercilere karşı sorumlu hissediyorlar. Bu yüzden de ülkelerinin menfaatlerinden daha önce geliyor sorumlu hissettikleri aktörlerin menfaatleri.
Ortadoğu’nun kalbine saplanmış bir hançer gibi duran İsrail devleti her an İslam dünyasını kanatmaya devam ederken sözde “Asrın Anlaşması” gibi Filistin’i Müslümansızlaştırma politikasına destek veren yöneticilerin durumu bu işte. Konsoloslukta gazeteci katletmekten dahi çekinmemeleri, Muhammed Dahlan gibi maşaları kullanarak başka ülkelerde darbe finanse edebilmeleri, petro-dolarlarla himaye aldıkları Batılı dostları sayesinde mümkün olabiliyor.
***
Türkiye’de darbelerin sebebi hikmeti de seçilmiş iktidarın dış politik kararlarında ‘birilerinin’ kuyruğuna basması oldu genelde. O birileriyle teması güçlü siyasi ve askeri elitler, ya doğrudan emir alır ya da durumdan vazife çıkartır ve ülkeyi laiklik-irtica, sağcı-solcu sarkacında bir süre sallandırıp gerekli görülen müdahaleyi yapardı.
Bu çok yakın zamana kadar böyle devam etti. 15 Temmuz darbe girişimi de esasen budur, ülkenin ana muhalefet partisinin böylesi kanlı bir darbe girişimine tiyatro diyebilecek cüreti göstermesi de.
Türk dış politikasını iç politikadan bağımsız konuşamıyoruz bahsine dönersek şayet; bugün yaşanan da aslında seçilmiş iktidarın aldığı kararlardan döndürülememesi, darbe ve sair yöntemlerle dahi ekarte edilememesi ve buna mukabil elinde tokmak olanların mütemadiyen davulu dövmesidir.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve heyeti bugün Washington’da Türkiye namına en kritik görüşmelerden birini yapıyor. Muhalefet partisi CHP ise Türkiye’nin tezlerinin arkasında durmak yerine günlerdir Trump’tan gelen yakışıksız mektup üzerinden Erdoğan’ın ziyaretini sorunsallaştırıyor. Çünkü tıpkı Trump karşıtı ABD derin devleti gibi CHP de güney sınırımızı güvenlik altına almak ve burada bir terör devleti kurulmasına mani olmak için başlatılan Barış Pınarı Operasyonuna destek veremiyor. Oysa Türkiye’nin egemen bir devlet olarak rüştünü ispat edeceği bu zor kavşakta iktidarı ve muhalefetiyle birlikte hareket edebilmesi çok önemli. CHP bu desteği iktidar partisinden değil Türkiye’den esirgemektedir.
Suriye’de PKK ile mücadelemizde kat ettiğimiz yolu adeta sabote etmeye çalışırcasına hem Meclis kürsülerinden malum mektubu büyük bir hazla okumak hem de “Mektuba özür gelmeden Cumhurbaşkanı ABD’ye gitmesin” demek uzun yıllar iktidar yüzü görmemiş olmaktan kaynaklı bir iş bilmezlik değil ise Suriye’de Türkiye’den çok ABD ve PYD’nin menfaatlerini kollamaktır.
***
Türkiye ABD ilişkilerinin seyri bir süre daha olumluya dönmeyecek, bu belli. Ama önemli olan bu süreçte Türkiye’nin kendi menfaatlerinin savunucusu olmaktan vazgeçmemesi ve bunun için eski stratejik ortağını ve bu arada Rusya’yı olabildiğince kendi tezlerine yakın bir yerde tutabilmesidir.
Muhalefet, AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı ile dış politikaya bakmaya devam ettiği müddetçe Türkiye’ye zarar verdiğinin farkına varmalıdır. Buradan toplayacağını zannettiği kısa günün karı ise en çok kendine zarar verecektir.