Kuşatmadan İnfaza Musa Anter Cinayeti’ başlıklı kitabımın matbaadan çıktığı gün, Mustafa Karaalioğlu’yla buluşup Star’da yazmayı kararlaştırdığımız güne rastladı.
Anlayacağınız, yıl biterken, bugünlerde ben, ‘Tanrı her yazara nasip etsin’ diyebileceğim iki sevinci birden yaşıyorum. Yeni bir yıla girerken yeni bir kitabım ve yazı yazacağım yeni bir köşem var.
Son dört ay ‘Musa Anter’ kitabı ve kendimle yüzleşmeyle geçti. Dört başı mamur bir yüzleşme kitabına tam da, kendimi kaptırdığım bir aşamada, yaşadıklarım kendimle yüzleşmeye dair önemli bir fırsata dönüştü.
Belki tuhaf ama bir o kadar da kıymetli zamanlardan geçiyoruz.
Bu ‘Tuhaf Zamanların’ sırrına vakıf olmadan, siyaset yapmak ve yazı yazmak zor artık.
Marksist tarihçi Hobsbawm’ın sözünü ettiği ‘Tuhaf Zamanlar’dan geçmeyi, Türkiye kendi tarihinde birkaç kez ıskaladı ve eski zamanlarda kalmaya, eski zamanlardan kalma alışkanlıklarla düşünmeye ve davranmaya devam etti.
Geçen yüzyılda Avrupa’da ve dünyanın bir çok bölgesinde yaşanan ‘Tuhaf Zamanlardan’ geçmeyi Türkiye 21. yüzyıla ertelemeseydi, dünyayla yaşadığı eş zamanlı tarihin dışına çıkmayacak ve kendi ‘Tuhaf Zamanlarını’ yaşamada bu kadar geç kalmayacaktı.
Bedeli ağır oldu bunun.
Berlin Duvarı çöküp, dünya hızlı bir değişim sürecine girdiğinde Türkiye’de değişen bir şey olmadığı gibi; askeri vesayet Şemdinli ve Eruh’ta patlayan silahlarla beraber yeni bir re-organizasyona kavuştu.
Araştırmacıların gözünden genellikle kaçıyor belki ama, askeri vesayet sisteminin son çeyrek yüzyıl içindeki en büyük başarısı, Kürtleri dağlarda tutmak olmuştur.
Otuz yıl süren bir iç çatışma ve cumhuriyet tarihi boyunca hiç eksik olmayan darbe tecrübeleri ve bu tecrübelerin yol açtığı netameli bir tarih üzerinden, nihayet ciddi bir yüzleşme ve hesaplaşma yaşanıyor bugün.
Türkiye şimdi kendi ‘Tuhaf Zamanlar’ından geçiyor.
Bu tuhaf zamanlarda tarihin yeniden yazıldığına ve yapıldığına tanık olmak ne büyük bir nimet!
Türkiye’de ve Ortadoğu’da, tarihi yeniden yazanlara ve yeniden yapanlara kızabilir, sevmeyebilirsiniz.
Hatta, kendi ülkenizin ‘Tuhaf Zamanları’na gözünüzü kapatıp, Ortadoğu’nun içinden geçtiği ‘Tuhaf Zamları’ ise, ‘ kanı kaynayan birkaç imamın işi’ diye küçümseyebilirsiniz.
Ama böyle yapmakla siz sadece düşünce dünyanızı yoksullaştırmış olursunuz.
Herkesin mucizevi bir anlam yüklediği yazarlığınız ve siyasi marifetleriniz gün gelir hiçbir şeye yetmez, köşenize çekilmeye mecbur olursunuz.
Yani ‘Tuhaf Zamanları’ ıskalarsınız!
Doğrusunu isterseniz, ne böyle bir ıskalamaya ne düşünsel yoksullaşmaya gönlüm hiç razı olmazdı benim.
Beş yıl önce Taraf’a yazarken Türkiye çok farklı, ama kimsenin de sonucunu kolayca kestiremeyeceği bir süreçten geçiyordu. Kendimle ciddi bir yüzleşme yaşadım diyebilirim. Sonuçta siyasete sırtımı dönüp, Taraf’ı tercih ettim. İyi ki de etmişim. Yazarlık serüvenimin en kıymetli yılları Taraf’ta geçti.
Ama sanırım Taraf’ın yayına başladığı dönemle şimdi içinde bulunduğumuz dönem epey farklı.
‘Ergenekon dönemi demokratlığı’ dediğim bu dönem, bütün sonuçlarıyla beraber galiba sona eriyor.
Ergenekon karşıtlığı üzerinden siyaset yapmak ve yazı yazmak, gazetecilik yapmak sürdürülebilir bir şey olmadığı gibi gerekli bir şey de değil.
Aynı şekilde Ergenekon savunuculuğu üzerinden yaratılan düşünsel ve siyasal alanlar da artık savunulamayacak haldedir.
Bahanelere sığınmaya gerek yok bence, bu alanlarda bulunan herkesin ciddi bir yüzleşme yaşaması kaçınılmaz hale geldi.
Nihayet, içinden geçtiğimiz Tuhaf Zamanlar’ın bizi nereye taşıyacağını az çok biliyoruz.
Bana gelince.
Star’a yazacağım, çünkü Tuhaf Zamanlar’ın içinden geçtiğimiz bir dönemde susmak ve köşeye çekilmek olmazdı.
Star camiasına ve okurlarına ‘Yüzleşme’ köşesinden merhaba!
Hoş geldim, hoş buldum..