Donald Trump, başkanlığının başında kendisini bir barış mimarı olarak konumlandırma hedefiyle yola çıktı. Göreve başlama konuşmasında, yönetiminin başarıyı yalnızca kazandığı savaşlarla değil, aynı zamanda sona erdirdiği ve hatta hiç başlamadığı savaşlarla da ölçeceğini belirtti. Aynı gün Gazze'deki esir takası anlaşmasını sağlamakla övündü ve Beyaz Saray'daki açılış töreninde İsrailli esirlerin ailelerini ağırlamıştı.
Trump'ın aracılığıyla Gazze'de geçici bir ateşkes sağlanmış olsa da, kalıcı bir barış sürecini hayata geçirmek için daha fazla adım atması bekleniyordu. Ancak öncelikli olarak İsrail Başbakanı Netanyahu'yu ağırlaması, Trump nezdinde İsrail'in önemini gözler önüne seren bir hamle olarak değerlendirildi.
Öyle ki, Netanyahu'nun Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump'ı dinlerken gülümsemesi, bir yönüyle görüşmeden istediğini aldığına dair bir ima içeriyordu. Bunun sebebi, Trump'ın İsrail-Filistin meselesine ABD'nin şimdiye kadarki en radikal müdahalesini önermesiydi: Gazze'de yaşayan yaklaşık 2 milyon Filistinlinin başka yerlere yerleştirilmesi ve bölgenin ABD tarafından ele alınarak "Orta Doğu'nun Rivierası"na dönüştürülmesi.
Trump'ın Beyaz Saray'daki konuşmasında dile getirdiği öneriye göre, ABD Gazze'yi ele geçirerek bölgedeki tüm tehlikeli mühimmatı ve yıkılmış binaları temizleyecek, ardından bölge tamamen dümdüz edilerek modern bir şehir inşa edilecek ve Filistinliler bu yeni şehirde yaşamaya ikna edilecekti. Ancak bu plan, yalnızca Filistinlilerin iradesini yok sayan bir mühendislik projesi gibi görünmekle kalmayıp, zorla yerinden edilme ve emperyal bir vesayet anlayışını da içinde barındırıyor. Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını görmezden gelen ve onları "ikna edilmeye muhtaç bir topluluk" gibi gören bu yaklaşım, uluslararası hukukun ihlali ve modern kolonyalizmin yeni bir biçimi.
Bu öneri, ABD ve İsrail'deki aşırı sağcı kesimlerin beklentilerine hitap ederken, uluslararası hukuku, insan haklarını ve diplomatik gerçekleri tamamen göz ardı eden bir yaklaşımı yansıtıyor. Zorla yerinden edilme ve bölgesel demografiyi yeniden şekillendirme fikri, sadece hukuki açıdan değil, ahlaki ve siyasi açıdan da büyük bir insanlık trajedisini barındırıyor.
Filistinlilerin iradesini tamamen yok sayan ve onları adeta kendi kaderlerini belirleme hakkından yoksun, yönlendirilmesi gereken bir kitle olarak gören bu anlayış, 21. yüzyılda emperyalizmin en çarpıcı ve utanmaz biçimlerinden biri. Bu yaklaşım, uluslararası hukukun temel ilkelerini ayaklar altına alırken, zorla yerinden edilmenin yolunu açarak etnik temizlik politikalarının önünü meşrulaştırmaya çalışan bir zihniyetin ürünü.
Bir muhabirin, "Filistinliler neden geri dönmek istesin?" sorusuna Trump, "Orası cehennem gibi, neden geri dönsünler?" yanıtını verdi. Ancak bir gazeteci, "Ama orası onların evi." diyerek bu yaklaşımı sorguladı.
Trump'ın bu cevabı, Filistin halkının kendi topraklarına olan bağını ve tarihini tamamen görmezden gelen bir bakış açısını yansıtıyor. Filistinlilerin zorla yerlerinden edilip, dışarıdan inşa edilen modern bir şehirde yaşamaya razı olmaları fikri, onları iradesiz, karar alma yetisinden yoksun bir topluluk gibi gören, son derece küçümseyici ve dayatmacı bir anlayışı barındırıyor. Bir halkın tarihsel ve kültürel köklerinden koparılarak başka bir bölgeye yerleştirilmesi, yalnızca zoraki bir entegrasyon projesi değil, açıkça etnik temizlik ve kitlesel göç mühendisliği anlamına gelir.
Trump'ın bu hayal ürünü planı, bölgedeki Arap devletlerinin sert tepkisini çekti ve gerçeklikle bağdaşmayan, tehlikeli bir fantezi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ürdün, yeni bir Filistinli mülteci dalgasının ülkesini istikrarsızlaştıracağını ve Hashemite Krallığı'nın demografik dengelerini bozacağını düşünüyor. Böyle bir girişim, Ürdün'ün iç siyasi dinamiklerine doğrudan bir tehdit oluşturacak ve ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyebilecek bir hata olacak. Mısır, Hamas'ın destekçileriyle dolu olabilecek bir göç hareketinin ulusal güvenliğini tehdit edeceğinden endişe duyuyor.
Suudi Arabistan ise İsrail ile normalleşmenin ön koşulu olarak bir Filistin devleti kurulmasını şart koşuyor. Trump'ın sunduğu planın sadece Filistin halkına değil, aynı zamanda ABD'nin bölgedeki müttefiklerine de zarar verecek bir kriz yaratacağını açıkça gösteriyor. Bu koşullar altında, uluslararası hukuku, bölge dinamiklerini ve tarihi gerçekleri hiçe sayan böyle bir planın uygulanması yalnızca imkânsız değil, aynı zamanda felaketle sonuçlanabilecek bir kibrin ürünü olarak görülmeli.