Türkiye-ABD ilişkilerindeki yüksek tansiyon hepimizin malumu. ABD ile anlaşamadığımız üç temel konu var. Birincisi Pentagon’un terör örgütü YPG’ye silah yardımı. İkincisi FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi meselesi. Üçüncüsü ise Zarrab davası üzerinden Türkiye’yi hedef alma arayışı.
Bu yüzden ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı araması sürpriz bir gelişme olarak algılandı. Görüşmede Trump’ın dile getirdiği ifadeler gündeme damgasını vurdu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Trump’ın YPG’ye silah yardımını bir “saçmalık” olarak gördüğünü ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bundan sonra YPG’ye silah gönderilmeyeceği yönünde taahhütte bulunduğunu açıkladı.
Daha sonra Pentagon’dan gelen çelişkili açıklamaları bir kenara koyarsak bu ABD’nin YPG ile kurduğu ilişkide ton farkına gidebileceğine ilişkin verdiği ilk işaretti. Daha sonra ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un yaptığı açıklamayı da bir kenara not etmek gerekiyor. Washington merkezli Wilson Center adlı düşünce kuruluşunda konuşan Tillerson Ankara’ya seslenerek “İran ve Rusya Batı toplumlarının sağlayabileceği ekonomik ve siyasi faydaları Türk toplumuna sunamaz” dedi.
Trump’tan gelen telefon ile Tillerson’un açıklamasını yan yana okuyunca ABD’nin bir karın ağrısı olduğu anlaşılıyor. Bu karın ağrısının perde arkasında iki gelişme yer alıyor.
Birincisi Türkiye, Rusya ve İran’ın Soçi’de gerçekleştirdiği zirve. Bu zirvede tam bir uzlaşmaya varılamasa da önemli sonuçlara ulaşıldı. Zirvede yapılan görüşmeler neticesinde Suriye’deki iç savaşın siyasi bir çözüme kavuşması için önemli bir adım atıldı. Buna göre üç garantör ülke siyasi çözüm için Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin toplanmasında anlaştı. Şimdi bu uzlaşmanın alt yapısını oluşturmak için temas trafiği yürütülüyor.
Bu kongreye hangi grupların katılacağı önemli bir konu. Rusya PYD’yi kongreye davet etmek istiyormuş gibi görünse de kazın ayağı öyle değil. PYD’nin masada olmasını isteyen İran. İran bu ısrarını Türkiye’nin desteklediği ÖSO gruplarının bazılarını oyun dışı bırakmak için sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin terör örgütleriyle aynı masaya oturmayacağını net bir şekilde vurgulayarak YPG’nin oyuna sokulma çabalarına set çekti. Kulislerde hangi grupların kongreye katılacağının yakın bir zamanda netleşebileceği söyleniyor.
Tüm bunlar bir kenara Soçi’deki zirvenin önemi şuydu. Bölgenin üç aktörü bir araya gelerek Suriye’nin geleceğinin şekillenmesi yolunda önemli bir aşama kaydetti. Üstelik Soçi’deki fotoğrafta ABD yoktu. Kısa bir süre önce Kuzey Irak’ta yaşanan referandum krizini Türkiye, İran ve Irak’ın birlikte çözdüğünü hatırlarsak bu ABD’nin yakın zamanda pozitif anlamda müdahale edemediği ikinci gelişme olarak öne çıktı. Referandum krizinde sürecin dışında kalan ABD’nin Soçi’deki fotoğraftan da rahatsızlık duyduğunu söyleyebiliriz.
Özetle Trump’ı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramaya iten ilk karın ağrısı Suriye’deki krizin çözümünde ABD’nin oyun kuran masanın dışında kalmasıydı. Ancak tek sebep bu değil.
Duyduğuma göre Soçi zirvesinden önce Ankara-Washington hattında bir telefon görüşmesi gerçekleşmiş. Konu Afrin’deki terör faaliyetleriymiş. Washington’a “Afrin’den bizim tarafa taş atanlar var. Taş atanlar arasında sizin çocuklar da var mı” diye sorulmuş. Bu ifade Washington’da “Afrin’e müdahale bildirimi” olarak okunmuş. Geçtiğimiz günlerde MGK bildirisine yansıyan Afrin vurgusuna bakarsak pek de yanlış bir okuma sayılmaz.