Tribünlere oynayanları sevmem.
Kendini göstermek, ilgi çekmek isteyenleri önemsemem.
Şöhret olmak, ille de vitrinde kalmak isteyenlerden haz etmem.
Bir gün bile tribünlere oynamayı aklımdan geçirmedim.
Kendimi göstermek, ilgi çekmek gibi bir çabaya hiç girişmedim.
İlle de vitrinde kalmayı, ille de şöhret olmayı hiç istemedim.
Çevremdekiler biliyorlar ki, televizyon programlarına en çok davet edilenlerin başında geliyorum.
Davetleri nazikçe reddediyorum.
Davet edenlerin, “Ama niye? Mesleğinde nice ünlü kişiler kanalımıza çıkmak için aracılar koyarken, sizin bu tavrınız niye” gibi sorularına muhatap oluyorum.
Onlara “Bu da benim tercihim; lütfen beni anlayışla karşılayın” diyorum.
Davet edenlerin ısrarlarını böyle yumuşatıyorum.
Her gün bir televizyon kanalında görünmeyi, ille de vitrinde olmayı sevmiyorum.
Twitter, facebook bile kullanmadım, kullanmıyorum.
Gündemde kalmayı, hep bahsedilen olmayı hiç önemsemedim, önemsemiyorum.
Birçok kitabım var.
Her kitap fuarında bana davet yaparlar.
Davetlere katılmam.
İmza günlerinde bulunmam.
Kitap fuarlarını, imza günlerini birer satış, birer ticari faaliyet olarak yorumluyorum.
Düşüncenin, kitabın ticari faaliyet muamelesi görmesinden hoşlanmıyorum.
“Kitabımı arayan, beni okumak isteyen nerede olsa bulur” diyorum.
Böylesine prensiplere sahip bulunuyorum.
Her gün, her gece televizyon kanallarına çıkmak için çabalayanların bu çabalarını da kendilerini gösterme, kendilerinden söz ettirme faaliyeti olarak görüyorum.
Ve de bir satış faaliyeti olarak görüyorum.
İlle de vitrinde olmak istemenin, ille de bir kanalda görünmek istemenin nedeni bu olsa gerek diye düşünüyorum.
Belki de yanlış düşünüyorum.
Ne var ki ben böyle düşünüyorum.
Dedim ya, tribünlere oynamayı sevmiyorum.
Yine de tribünlere oynayanları anlamaya çalışıyorum.
Ama bazıları var ki onları hiç anlayamıyorum.
Çünkü bazıları bırakın kendi tribünlerine oynamayı, rakip tribünlere de oynuyor.
Rakip tribünlerin alkışını almak için olağanüstü gayret sarf ediyor.
Örneğin diyelim ki AK Parti’ye yakın medyada yazıyor.
Ama Aydın Doğan medyasının ve onun demirbaşı Ertuğrul Özkök’ün alkışını almak için ne mümkünse yapıyor.
Onların gözüne girmek istiyor.
Üstelik de bu amacını allayıp pullayıp gizlemeye çalışıyor.
Kendini mertçe ortaya koymuyor.
Delikanlı gibi davranmıyor.
Cinlik yapmaya kalkışıyor.
Sinsiliği huy edinmiş bulunuyor.
Elbette ki içinde bulunduğun topluluğun yanlışlarını eleştirebilirsin.
Hem de bunu en sert şekilde yapabilirsin.
Ancak bunu yaparken içinde bulunduğun topluluğu uyarmak, yanlıştan döndürmek için mi yapmaktasın?
Yoksa rakip tribünlerin alkışını almak için mi yapmaktasın?
Aydın Doğan’ların, Ertuğrul Özkök’lerin alkışını almak için mi böyle oynamaktasın?
Aydın Doğan’lar, Ertuğrul Özkök’ler seni de kendi takımlarına alsınlar diye mi böyle davranmaktasın?
Başka bir ifadeyle, içinde bulunduğun toplulukta yanlış gördüklerine karşı yaptığın eleştirilerde samimi misin?
Yoksa bin bir hesap içindeki bir sinsi misin?
Söyle bakalım sen kimsin?
Kendi kümesinde yemlenip de başka kümeste yumurtlayan biri misin?!