1979 senesinde İran'daki Şiî devriminin 43. yıl dönümüne tevafuk eden günlerde Mustafa İslamoğlu'nun "Ben İslâmcılıktan tövbe ettim" demesi, İslamoğlu'nun geçmişini bilenler için oldukça mânidar olsa gerek. İslamoğlu, Humeyni'nin İran'da başa geçmesiyle başlayan Şia ihracatının Türkiye'deki sayılı distribütörlerinden biriydi.
Müslümanlar, ilk günlerde İran'da bir İslâm devrimi olduğunu zannedip sevinirken Humeyni ve ekibi mezhep tabanlı bir emperyalist tavır sergilemesiyle hayal kırıklığı yaşadılar. Bu hayal kırıklığını en çok yaşayanlardan biri de Suriyeli âlim Said Havva'dır. Hafız Esad'a karşı yardım istemek için Humeyni'ye giden Said Havva, Humeyni'nin yardım sözüne karşılık kendilerini Esad'a nasıl sattığını "Humeynicilik" adlı kitabında anlatır.
Geçmişten bugün değişen bir şey yok. Dün Humeyni Hafız Esad'a Müslümanları sattı ve o dönem Suriye'deki Müslüman katliamına ortak oldu, bugün de İran oğul Esad'la birlikte Suriye'de Müslümanları katlediyor.
Said Havva'nın mezkûr eserinden Türk okuyucusu yıllar sonra, ancak 2016 senesinde Kökler Yayınları'nın orijinaliyle birlikte Türkçe tercümesini basmasıyla haberdar olabilirdi. Said Havva'nın tüm eserleri Türkçe'ye tercüme edilmişti ama Humeyni hakkındaki kitabı tercüme edilmemişti veya edilememişti. Geçmişte Türkiye'de İrancılığın ne kadar tesirli olduğunu göstermesi bakımdan bu notu düşmüş olayım.
Humeyni yönetimindeki İran'ın mezhep tabanlı emperyalist politikasının ilk hedefi Türkiye idi. Türkiye'deki İslâmcılar arasında İrancılık bir geçim kapısı olmuştu! Türkiye'de İrancılık "Vahdet" örtüsü altında pazarlanıyordu. Bu örtünün altına girenler, örtünün altına girmeyi rededenleri "Vahdeti bozan bozguncular" olarak suçluyorlardı.
İran'dan gelen paralarla kurulan dernek, vakıf, yayınevi ve dergiler birer İran istihbarat üssü olmuşlardı. 90'lı yıllarda İran'ın mezhep tabanlı emperyalizmine karşı duranlar ölümle tehdit edilmişlerdi. Gereken cevabı da, ikinci bir Çaldıran'ı yaşayarak aldılar!
O yıllarda şöyle bir hava oluşturmuşlardı: İrancılık adı altında Türkiye'de sapkın Şia inancını yaymak mezhebçilik olmuyordu ama buna karşı çıkmak mezhebçilik oluyordu!
Özet olarak Türkiye'deki İrancılığı şimdilik bu kadar anlatmak kâfi. Geleyim İslamoğlu'na. Karar TV'de katıldığı programda İslamoğlu şunları söylemiş: "Ben kendi adıma tövbe etmeye çalışıyorum. Benim tövbe etmem tabi fiili oluyor. Dün hata ettiğimiz noktaları tespit ediyorum, kendimi sorguluyorum, fikirlerimin kölesi değilim efendisiyim. Yanlış olanları düzelttiğim, yanlış olduğuna inandığım an onu doğrudan her araçla ulaştırabileceğim herkese ulaştırıyorum. Bu benim tövbem, tövbe böyledir. En çok pişman olduğum şey bir dönemimi İslamcı olarak geçirmek, 84 milyonun sırtını sıvazlasak hüngür hüngür ağlarız. Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz..."
Şia'nın görüşlerini "Ehli Beyt mektebi" adı altında Türkiye'de yayan...
Kurduğu vakfı İran'ın 5. kol faaliyet üssü yapan...
"Suriye'yi İran'a verin" diyen İslamoğlu tövbesinde samimi ise çıksın toplumun karşısına ve İran adına Türkiye'de neler yaptığını tek tek anlatsın.
"Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz" derken bu çürük ip İran mı, söylesin!
Ve ilk başta İran'a eleman yaptığı kişilerden özür dilesin.
Senin İslamcılığın İrancılık'tı Mustafa İslamoğlu...
Ve hülyalarını dizdiğin bu ipin çürük olduğu 40 yıl önce sana ve senin gibilere söylenmişti!..