İki Dil Bir Bavul filmiyle büyük çıkış yapan Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan, yeni filmleri Babamın Sesi’yle yine tartışmalar yarattı. Eskiköy ve Doğan, filmin sıradışı öyküsünü anlattı.
Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film ödülü kazanan Babamın Sesi’nin yönetmeni Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan, filmlerinin sadece hikaye anlatmadığını, detayların hayata yön verdiğini düşünüyor. Doğa ve insan ilişkisi arasında açılan mesafeyi belgeselle ele alan filmin yönetmenlerine göre Türkiye’de kurmaca filme ihtiyaç yok ve üzerinde barış yoksa toprağın el değişmesinin de bir değeri yok...
-Babamın Sesi’nin ne kadarı gerçek kişi ve olaylara dayanıyor, ne kadarı kurmaca?
O.E: Filmin esinlendiği hikayeler ve karakterler gerçek. Sadece Base ve ailesinin yaşadıkları değil, etraflarında gelişmiş durumlar da hikayenin bir parçası oldu.
Z.D: Bu memlekette yaşayan ve film yapmaya çalışan birisi olarak büyük kurmacalara ihtiyaç olmadığını düşündüm hep. Yani her günü olağandışı gelişmelerle dolu bir halkız. Her gün ayrı öykülere tanıklık ediyoruz. Kurmaca prensler ve prensesler yaratmaya ne gerek var ki! Büyük kahramanlar da var günlük hayatımızda, katliamcılar da. Ben böyle bakıyorum yapmamız gereken filmlere. Babamın Sesi açısından da, biz filmi kurarken yaşanmışlıklara dayandık. Kurmaca yönleri filme adapte ederken de buna bağlı kaldık.
-Can yakan kişisel deneyimleri sinemaya aktarmak düş ürünü bir öykü kurgulamaya oranla daha zor olsa gerek... Neye yer verip neyi ayıklayacağınıza nasıl karar verdiniz?
O.E: Uzun bir senaryo geliştirme süreci oldu. Çok şiddetli tartışmalar da yaşadık. Bizim filmde Base Teyze kocasına yeniden ses kasedi doldurmak zorunda kaldı mesela ki o gün ne kadar üzüldüğünü gördüğümde bu şekilde film yapmakla ilgili ciddi soru işaretleri doğdu. İçine yapımcımız Özgür’ü de katarak söylüyorum bunları. Derdimiz ortak olunca karar vermesi kolay oldu.
-Zeynel Doğan’ın hayatı filme temel oldu; anneniz ve eşinizle birlikte oynadınız. Orhan Eskiköy ne kadar yakın bir dost da olsan, nihayetinde dışarıdan bakan bir göz. Birlikte çalışırken nasıl bir denge kurdunuz?
O.E: Zeynel hikayesini anlattığında heyecanlandım ve çekimleri o sırada devam eden İki Dil Bir Bavul’la arasında bir bağ kurdum. Senaryo onun ve Base’nin anlattıkları üzerine kuruldu. Bu nedenle ikimizin ortak denetiminde ilerledi yazımı. Base bu filme Zeynel olduğu için katıldı. Oyunculuk yönetimini Zeynel üstlendi. Sadece sorular sordum. Kurguda uzun zaman yalnız çalıştım.
Z.D: Yakın dostuz ve birbirimizin hissettiklerini anlıyoruz. Orhan’ın ailemize karşı durduğu mesafeyi beğendim, ailem de rahatsız olmadı. Dışarıdan bakan bir göze ihtiyaç vardı. Ben göremiyordum birçok şeyi. Orhan bunu başardı. Çekim zamanı öyle dayanılmaz anlar oldu ki eğer Orhan ve Özgür ile birlikte bu yola çıkmamış olsaydım bırakırdım. Filmde oynaması için zor ikna ettiğimiz annem ve Orhan bu kadar çaba sarf ederken bırakamadım.
FİLMDE DÖRT KARAKTERDEN İKİSİNİ HİÇ GÖRMÜYORUZ
-Ses ve ses kurgusunun dikkat çekici derecede başarılı olmasını, bu unsura filmin adı ve konusu itibariyle özellikle önem vermenize mi bağlamalı?
O.E: Senaryoyu yazarken sesleri hayal etmeye başlamıştım. Sadece geçmişle gelecek arasında gidip gelen aile sesleri dışında onların etrafını çevreleyen şiirsel bir dünya yaratmak için sesler çok önemliydi. Ben görüntüyle sesi bu filmin dünyasını hayal ederken eşitleme arayışındaydım. Dört karakterden ikisini hiç görmüyoruz be nedenle. Bu anlamda benim için deneysel bir öneme sahip sesler.
-Filmde bahçenin toprağının değiştirilmesi gerektiği, ağaç gövdesinin beyaz aşı boyasına boyandığı gün yağmur yağması gibi ayrıntılar ve denk düştüğü kimlik ve aidiyet meseleleri çok çarpıcı. Yönetmenlik ve semiyoloji üzerine düşüncelerinizi merak ettim...
O.E: Doğayla insan arasındaki mesafe giderek açılıyor. İnsanı sadece insanın yarattığı çevreyle anlamaya başladık. Oysa şiire teknolojiden daha çok inanmamız gerektiğine inanırım. Filmde de günlük hayatın içine bir şiir dili gizlemek istedim. Anlattığımız hikayede doğal olarak olması gerekenle dışardan müdahaleyle oldurulan arasında bir çelişkinin görünmesini istedim. Hikayenin içinde yer bulan detayların filmin kimlik, dil, din gibi bütün gündelik hayatımızı işgal eden meselelerini gizli gizli aşındırması gerektiğini düşündüm. Toprak dediğin nedir ki eğer barış yoksa... Toprak yer değiştirir, el değiştirir. Böyle küçük detayların dışında söylenecek sözlerin yargıları değiştirebileceğine inanmıyorum. Filmdeki taşlar da öyle. İstersen onlarla dua edersin istersen cam kırarsın. Ben detayların hayatımıza yön verdiğine, hayatı ve dünyayı anlamamıza yardım edeceğini düşünen biriyim. Şu dönemde sinemanın sadece hikaye anlatmaya doğru gittiğini gözlemliyorum ve benim için değerli olan hikaye anlatmak değil.