Mahkeme bitti, ama tiyatro bitmedi. Yargılama süresince hâkimleri ve savcıları tehdit eden sanıklar şimdi de mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Elbette medya desteğiyle.
Aslında değişen hiçbir şey yok: dava açıldığı zaman iddiaları “faso fiso” olarak nitelendirenler, darbe iddialarını ciddiye almayanlar şimdi de mahkemeyi siyasi bir kurum olarak göstermeye çalışıyorlar ya da kararları ağır ve adaletsiz göstermeye gayret ediyorlar. Yani tiyatro devam ediyor.
Mahkeme kararlarında eksikler, hatalar olabilir. Nihayetinde burası ilahi divan değil. Allan’ın değil, kulun yargılamasından bahsediyoruz. Varsa eksikler Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi safhasında ortaya çıkar. Ancak önemli olan davanın esasıdır, yani işlenen suçtur. O suç ise darbeye teşebbüs suçudur ve bu suç darbe suçlarında ceza verebileceğiniz en son aşamadır. Çünkü suç teşebbüsten çıkıp tam olarak işlenmiş olsaydı o zaman siz darbecileri değil, darbeciler sizi yargılardı. Tıpkı 12 Eylül’de veya 27 Mayıs’ta olduğu gibi. Suç darbeye teşebbüs olunca verilecek cezalar da ona göre olmak zorundadır. Bu nedenle medyanın sadece sanıkların mağduriyetine veya üzüntüsüne değil, Türkiye’nin nasıl büyük bir tehlikeden kurtulduğuna da odaklanması gerekir.
Cezanın maksadı
Hukukta cezalandırmanın 3 temel maksadı vardır: 1) Cezalandırma, 2) Önleme, 3) Islah etme. Bu amaçlardan ilki, yani cezalandırma suçun karşılığını vermektir. Suçluya öyle bir ceza vermelisiniz ki vicdanlar rahatlasın, “suçlular layığını buldu” desinler. Aksi taktirde mağdurların intikam damarlarını harekete geçirirsiniz.
Ceza vermeden ikinci murat ise yeni suçları önlemektir. Verdiğiniz ceza öylesine bir ceza olmalıdır ki o suça yeltenecek olanlar bir kez daha düşünsün, cezanın büyüklüğü karşısında geri adım atsınlar. Yani yeni suçlar böylece önlenmiş olsun.
Son olarak mahkemeler ceza verirken suçluları ıslah etmeyi hedef alırlar. Verilen ceza mahkûmları iyileştirici etki yapmalı, mümkünse yaptıkları suçtan pişman olmalıdırlar.
Balyoz kararlarına bu kriterler çerçevesinde baktığımızda cezaların suçun, yani darbe girişiminin tam karşılığı olduğu, yeni girişimleri ise önleyecek kadar ağır olduğu anlaşılır. Ceza alanların bu şekilde ıslah olacakları, darbeciliği bırakıp daha demokrat bir anlayışa kavuşacakları konusunda şüphelerim olmakla birlikte bu tür kararlar yeni nesillerin militarist anlayıştan kurtulmasında ciddi katkılar sağlayacaktır.
Balyoz davası başta Ergenekon olmak üzere darbecilik ve derin çeteleşme konusundaki diğer davalara emsal olacaktır. Balyoz davasındaki suç sadece bir teşebbüs ise 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Mayıs darbenin bizatihi kendisidir. Bu nedenle her üçünün de mutlaka yargılanması ve yapılanların ‘suç’ olarak tescil edilmesi gerekir. Bu noktada önemli olan bu davalarda kimin hangi cezayı aldığı veya o cezaların ne kadarını çekecekleri değildir. Aslolan darbenin gerçekten suç haline gelmesi ve bu suçu işleyenlerin cezasız kalmayacaklarını bilmeleridir.
TRT’ye bravo
Konu darbecilik olunca şu sıralar TRT 1 ekranlarında her Salı akşamı yayınlanan ‘Seksenler’ adlı diziye değinmeden edemeyeceğim. Müfit Can Saçıntı’nın yönetmenliğini, Birol Güven’in yapımcılığını üstlendiği dizi 12 Eylül darbesini ve sonrasında yaşananları mizahi bir dille anlatıyor. Darbenin ne olduğu konusunda aklı karışıklara mutlaka tavsiye ederim. Darbenin nasıl bir şey olduğunu hatırlamalarına yardımcı olacaktır. Yeni nesil ise eminim bu diziden hiçbir şey anlamıyordur. Yaşananların gerçek olduğuna bir gram olsun ihtimal vermiyorlardır ve diziyi ‘uçuk’ buluyorlardır. Teşekkürler TRT, teşekkürler ‘Seksenler’ ekibi...