Şimdi herkesim hukuk uzmanı ve insan hakları savunucusu kesildi. Soruşturmanın genişleme endişesi olanlar, “Evet, korkuyorum ama işimi kaybetmekten korkuyorum” diye yazıp kafa bulmaya bile başladı.
Önceliğim, sevgili Taha Akyol’un zamanaşımı tanımına itirazda. Sayın Akyol, asli unsur, tali unsur ayrımı yapıp meyda-iş dünyası ve sivil bürokrasi gibi unsurların bu soruşturma kapsamına girmemesi gerektiğini savunuyor.
Yani, daha ilk baştan sivil unsurların 28 Şubat sürecinin asli unsuru olmadığını veri kabul ediyor.
Savcının elindeki bilgi ve belgeleri tam olarak bilmeyen bir gazeteci için bence yanlış bir tutum.
Çünkü, demokratik hayata müdahale sürecinde kimin asli, kimin yardımcı unsur olduğu konusu, gazete yazarlarının değil, yargının vereceği bir karardır.
Mesela, “Genç subaylar rahatsız” manşetini atıp dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök üzerinde baskı yaratmaya çalıştığı iddia edilen Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Balbay’ın durumu.
Balbay, suçlu veya değil, bu davanın asli unsuru mudur, tali unsuru mudur?
Bence iddiamız ne olursa olsun, Balbay’ın milletvekili seçilmiş olmasına rağmen 4 yıla yakın bir zamandır tutuklu yargılanıyor olmasının saçmalığını kabul etmemiz gerekir.
Ancak, dava konusu iddialar hakkında sözü yargıya bırakmamız gerekir.
28 Şubat soruşturması, önceki davaların aksine daha büyük medya ve sermaye sahiplerine yönelecek havası kazanınca, ciddi itirazlar başladı.
Sanki adalet, gazetelerin tirajı ve suçlanan iş adamlarının zenginler listesindeki yerine göre dağıtılıyormuş gibi hava doğuruldu.
Bu işe sınır konulmasını isteyenler, “Mustafa Balbay tutuklu kalabilir çünkü Cumhuriyet gazetesinin tirajı düşük. Büyük gazete yazarları ve televizyoncuları tutuklanamaz, çünkü onlar daha eşit” der gibi bir tutum içinde.
Bülent Ecevit’i devirme girişimini, bu amaçla yapılan toplantıları, gazete manşetlerini soruşturmayan bir 28 Şubat davası bence çok ciddi değildir.
Sonuç itibariyle, Çevik Bir de, Erol Özkasnak da büyük oyunun birer figüranıdır.
Mimariye de biraz özen gösterilmeli
İstanbul Şehir Tiyatroları siyasi baskı iddialarıyla çalkalanıyor. Kenan Işık bir sanatçı olarak kendisine yakışanı yaptı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilişkisine son verdi.
Belediye eliyle muhafazakar sanat yaratmayı, Stalin yıllar önce Sovyetler Birliği’nde denemişti. Belediye beslemesi sanatçıdan bir şey çıkmaz, çıkmayacaktır.
Aslında bu muhafazakar sanat iddiasına vurulmuş en büyük darbedir çünkü eğer varsa, böyle bir sanatı midesinden belediyeye bağlayıp yaratıcılığını öldürecektir. Benim Sayın Kadir Topbaş’a naçizane bir önerim var. Tiyatroya verdiği önemi, şehrin mimarisine de versin ve bu şehrin tarihi sulietini bozan binalar dahil, kentin görünümünü bozan çirkinliklere müdahale etsin.