Dün İstanbul Kalkınma Ajansı’nın desteği ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yürütülen Küresel Rekabet Endeksi’nin ilk sonuçları açıklandı. Bu endeks, Küresel Rekabet Projesi kapsamında yürütülen çalışmanın bir parçası. Endeks, Türkiye’de 81 il ve İstanbul’da 39 ilçeye ait küresel rekabet başlıklarını, bu başlıkları oluşturan verileri ve haritaları içeriyor. Küresel Rekabet Projesi’nin amacını ve şimdiye değin elde edilen sonuçları www.kureselrekabet.com web adresinden de takip edebilirsiniz. Sonuçlar, Türkiye’nin içinde bulunduğu geçiş sürecini bütün yönleriyle yansıtıyor. Tabii belki bir asırdır hiç değişmeyen ve hiç değişmeyecek gibi duran sorunları da bu endekslerde göreceksiniz. Örneğin iller arasında yapılan küresel rekabet endeksinde ilk sırada İstanbul var. Ankara, İzmir, Kocaeli ve Bursa İstanbul’u takip ediyor. Doğu illeri yine küresel rekabetin en önemli ayakları olan inovasyona bağlı üretim, teknolojik altyapı gibi alanlarda yok. İllerin ileri teknoloji ve inovasyona bağlı üretim ve küresel rekabet puanlaması da, uzun zamandır siyasi düzlemde dile getirdiğimiz bir gerçeği doğruluyor: Konya, Denizli, Manisa, Gaziantep, Şanlıurfa gibi iller neredeyse İzmir’e yetişiyor ve Antalya gibi kıyı illerini geride bırakıyor. Yani Türkiye’de iletişim teknolojileri her yere ulaşıyor, şirketler bu teknolojileri kullanıyorlar ve Anadolu’da küresel rekabeti teknoloji kullanarak dahası teknoloji yoğun ürün üreterek yapan KOBİ’ler yaygınlaşıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) geçen hafta yeni Anayasa anketi ve önerilerini açıkladı. TİM’in açıkladığı Anayasa anketi ve beklentileri bize bu gerçeği olduğu gibi anlatıyor. TİM’in iki temel talebi çok açık:Birincisi toplumsal barışın sağlanması, diğeri ise geleceğin teknolojik gelişmelerine hazırlıklı olma talebi. TİM’in anketinde bu gelişmelerin siyasal sistemlerde köklü değişikliklere neden olacağı belirtiliyor.
Değişikliklere hazır olmak demek, 21. yüzyılda kuşatıcı değil, süreçleri düzenlemekle yetinen devlet anlamını taşıyor. Buna paralel olarak devletin teknolojik gelişim ve inovasyonla güçlendirilen bir altyapı sunması, ancak kendisinin bir aktör olmaması gerektiği TİM’in önerilerinde öne çıkıyor. Ayrıca TİM toplumsal talepleri göz önüne alan bütünüyle yeni bir Anayasa öneriyor: ‘Özgürlükleri tanıyan, düzenleyen ve sınırlayan bir devlet konseptinden, özgürlükler arasında ayrım ve derecelendirme yapmaksızın, özgürlüğü bireysel ve toplumsal tercih olarak kabul eden, özgürlükler üzerinde tasarruf yetkisi bulunmayan, aksine özgürlüklerin imkânı olan bir devlet konseptine geçilmelidir.’ Bu temel talep TİM’in Anayasa önerisinin eksenini oluşturuyor. Ekonomi, idare, yasama, yürütme, yargı alanlarındaki birçok düzenlemenin ve müessesenin, bu temelden hareket edilerek, yeniden inşa edilmesinin ilk adımının yeni Anayasa olması isteğinin temellerini, aynı zamanda, Türkiye’nin küresel rekabet haritasına baktığınızda görebiliyorsunuz.
Artık şu çok açık; Türkiye’de siyaset kurumu bu dinamiğin çok gerisinde kaldı. Muhalefetin nelerle uğraştığını biliyorsunuz. CHP lideri 19 Mayıs’ta Samsun’a çakacakmış. Kılıçdaroğlu’nun bu ‘eyleminin’ bu zamanda ne kadar anlamsız olduğunu Hayko Bağdat twitter’da geçen gün şu cümleyle anlattı: ‘Kılıçdaroğlu, 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkacakmış; ben de 30 Ağustos’ta İzmir’den denize döküleyim o zaman.’
‘Kurtarmaktan’ vazgeçin
Bugün sanayileşme dendiğinde geleneksel sektörler ve yoğun emek sömürüsü anlamayalım. Belki bunu artık ‘bilgi toplumuna yolculuk’ olarak niteleyebiliriz. Bu yolculuk, teknoloji politikası ve rekabeti sağlayan, bölgesel gelişmeye önem veren, gelir adaletini sağlayacak düzenlemelerle başlarsa başarıya ulaşır. Türkiye’nin bunu yapabilmesi için siyasetin dünyada neler olup bittiğine bakması gerek. Çünkü TİM gibi yapıların taleplerini ancak siyasi irade gerçeğe dönüştürebilir.
Türkiye’de yeni bir Anayasa bunun ilk adımıdır. Samsun’a çıkıp Türkiye’yi Türkiyeliler’den kurtarmaya kimsenin ihtiyacı yok. Önemli olan Türkiye’nin bu kısırlaştırıcı siyasetten kurtulmasıdır.
Bugün demokratik bir muhalefetin olmaması iktidarı da olumsuz yönde etkiliyor. Küresel yatırımların Türkiye’ye gelmekten başka çaresinin olmadığı, Türkiye’nin AB krizinden olumlu yönde ayrışıp, AB ile birlikte Ortadoğu’nun gidişatını belirleyeceği bir eşikte bu eşiği geçemeyip yeniden geriye dönersek tarih buna neden olanları hiç iyi yazmayacak.