İnsanların doğuştan, anne-babalarından, bazı 'huy' ve 'mizaç'ları tevarüs ettikleri biliniyor. Kezâ, doğdukları fizikî veya sosyal çevrelerden; aldıkları eğitimlerden, içinde bulundukları sosyal çevrenin eğilimlerinden de etkilenirler ve bu etkilenme sosyal karakterlerinin oluşmasında da müessirdir.
Bu bakımdan, meselâ, 'Trabzonlu' denilince, tepkilerini sür'atle veren, ânında parlayıveren ve sonra da, 'Ha bu işi pen mi yapdum?.' diye pişmanlık gösterileri sergileyen tipler akla geliverir.. Halbuki, oradaki bütün halk öyle değildir..
Aynı şekilde, 'Kayserili olmaktan söz edilince, 'ticarî zekâları' hatırlanıverir. Çünkü, alışveriş ilişkilerinin içinde yetişen insanların öyle olması tabiîdir. Ama, bütün halk da öyle demek değildir.
*
Kezâ, toplumlar bir 'şartlandırılmışlık' çıkmazına da sokulabilir.
Dünyaca ünlü bir sosyolog, 40 yıl öncelerde, 'Bütün kitle iletişim araçlarını 15 gün için benim elime verin; o toplumu, istediğim şekilde yönlendiremem; ama, o toplumu, kendilerini tanımakta zorlanan bir şekle dönüştürürüm.' diyordu..
Hele de bizim gibi, özellikle son 100-150 yıl içinde tasavvur edilemez yıkımlar, şoklar, ağır sosyal travmalar yaşamış bir toplumda bir takım jakobenist/ tepeden inmeci dayatmalar ve tehditlerle, dârağaçlarıyla, toplumumuz kendilerini tanımakta zorlandıkları noktalara bile sürüklenmişlerdir ki, kendimizi tanımaz hale getirilmişizdir..
Bu gibi tahrik ve tehditleri yapanların en büyük destekçisi ise, olup bitenleri sessizce ve tepkisizce seyretmeyi akıllılık zanneden büyük kitlelerdir ve o zaman, küçücük bir grup, kendi eylemini bütün bir topluma mal etmek imkânını elde eder.
Bu cümleden olarak, Kayseri'de 4 gün önce meydana gelen ve 'Suriyeli bir çocuğun, yine Suriyeli, zihnî engelli bir başkası tarafından tâciz edildiği' iddiasıyla ve 'Suriyelilere ölüm!' diye tahrik edilen kitlelerin, o şehrin halkının ticarî zekâsına da gölge düşüren bir oyunla her tarafı yakıp yıkmak, ateşe vermek şeklindeki eylemleri sadece o şehir için değil, hepimiz için utandırıcı olmuştur. Bu ilkelliğin elbette bir karşılığı da olacak, Suriye'de tahrik edilmiş kitlelerin de, Türkiye aleyhine çılgınca sergiledikleri sahnelerin dünyaya servis edilişini de görecektik. Burada ilkellikler olur da o tarafta olmaz mı?
Bir takım şeytanî odakların tezgâhladığı anlaşılan bu hadiselerin, hangi alçak kişiler tarafından tahrik edildiği aşağı-yukarı tahmin ediliyor.. Müslüman bir halkı, ümit ettiği noktalara çekemeyeceğini anlayan aşağılık ırkçılar, bir çirkin hadiseden veya çirkin bir iddiadan medet umarak, kalabalıkları Suriyeli mazlum insanların üzerine çullandırdılar.. Evleri, işyerleri, tahrip edildi, niceleri dövüldü-sövüldü ve bazı mekânlar ateşe verilmek istendi..
Ve maalesef, bu insanlar, farz-ı muhâl, 5-10 bin rakamı geçmezken, 1 milyonluk bütün Kayseri halkının adını da lekelerler.. İşte bunun için diyoruz ki, şeytanî, ahlâksız ve zâlimâne eylemlere kalkışanlar bir avuç 'hayta' iken, büyük kitle bu duruma sessiz kalınca.. Bütün Kayseri halkının da ilzam edildiği bir tabloyla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Evet, o ticarî zekâsıyla öğünen hemşehrilerin, ateşe benzinle yaklaşanlar karşısında dikilmeleri, asıl zekâveti o noktada da göstermeleri gerekmez miydi?
Bu zâlimâne tepkiler, aynı zamanda, Afganlılar, Özbekler ve Afrikalılar da gitsin, demenin en ilkelcesiydi.. Ama, 10 milyonlarca turist gelince, ya da Ukrayna'dan, savaş yüzünden, mavi gözlü-sarı saçlı 200 bine yakın insan sığınınca aynı itirazlar yapılmıyor. Çünkü, onlar para getiriyorlar.. Hınç duyulanlar, Müslüman coğrafyalarından gelen, ekseriyeti mazlum insanlar...
Ve bizim ülkemizden de 50 yılı aşkın bir zamandır Almanya'da çalışmaya giden ve şimdi sayıları 4 milyona yaklaşan bu Anadolu insanlarına da Almanlar 'Gidin buradan!.. 'Türken Raus!!. /Türkler defolun!' yazılarını duvarlara yazıyorlar, onların çocuklarının yüzlerine karşı bile hakaret sözleri söyleniyor.. Hele, tesettürlü Müslüman hanımları görünce, daha bir küplere biniyorlar; 'Gidin buradan, Almanya Almanlarındır.' diyorlar. Alman ırkçılarının kabalıklarını bizdeki ırkçı kafalılar da lânetleyebilirler, ama, onlar, kendi sefil anlayışlarını yansıtan ırkçı gösterileri göremeyecek ve kendilerini hesaba çekmeyi akledemeyecek kadar dar görüşlü, aşağılık insanlardır..
*
Bu kaba ırkçı ve toprak tapıcısı durumuna gelmiş insanları muhatap almak bile insana ağır geliyor.. Ve biraz kazısanız, onların kökleri de, bugünkü sınırlarımızın dışındaki coğrafya veya mekânlardan çıkabilir.
Hele Suriye halkı.. 100 yıl öncesine kadar, 400 yıl aynı yönetim sisteminin içinde, birlikte yaşamış bir halkız.. Ve bugün de Anadolu'da yüzbinlerce insanın cedleri, Şam'lıdır, Beyrut'ludur, Mısır'lıdır, Halep'lidir, Bağdat'lıdır, Balkan'lıdır, Kafkasya'lıdır.
Ünlü şair Ahmed Hâşim, Bağdat doğumlu olduğu için 'arab' denilince, o da, 'Anam beni ağılda doğursaydı, demek ki bana keçi diyeceklermiş..' dermiş..
İslam'ın bize öğrettiği gerçeğe göre ise, hepimiz Allah'ın mülkündeyiz ve Allah'ın takdir ettiği mekân ve zamanlarda, takdir edilen anne-babalardan, dünyaya gönderilmişiz.. Böyleyken; nedir bu ırk ayrımcılığı, açgözlülük, rızk korkusu veya 'yaratılanı Yaratan'dan dolayı hoş görmek' irfanından nasipsiz oluş hali?
*
Üstelik de, Başkan Erdoğan ve Esed'in, ikili ilişkilerin düzeltilmesini dile getirmelerinin hemen ardından..
Böyle durumlardan asıl faydalananların ise, iç ve dış istihbarat ve casusluk birimleri ve elemanları olduğunu söylemeye hâcet var mı? Birlerinin, ellerini ouvşturup birbirlerini kutladıklarını tahmin ve tasavvur edebiliriz..
*