Türkiye medyasının bir “Gazeteciler Cemiyeti” sorunu vardır. Dün de vardı bugün de var...
Son örnek rahmetli Hasan Karakaya’nın vefatı üzerine yayınladıkları taziye mesajı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Hasan Karakaya için sözüm ona taziye mesajı yayınladı. Üyelerin tümüne cep telefonu mesajı olarak bu mesajı geçti.
Mesajda, “kalp krizi sonucu otel odasında hayatını kaybeden...” ibaresi çok dikkat çekicidir.
Ve maksadını çok aşan, “iftira” niteliğindedir.
Zira, Hasan Abi, yanında Ekrem Kızıltaş, Turgay Güler gibi yakından tanıdığım gazetecilerin gözü önünde otel lobisinde kalp krizi geçirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık ekibi tarafından yapılan ilk müdahaleden sonra hastaneye kaldırılmıştı.
Hal böyleyken, TGC’nin “Otel odasında...” cümlesi, Hasan Karakaya’nın vefatından hemen sonra Paralel Çete’nin sosyal paylaşım sitelerine “montajlanan” görüntüler eşliğinde servis ettiği “yalan ve iftira”ya hizmet ettiğini gösteriyor.
Söz konusu gazetecilik örgütü kendi kriterlerine uymayan gazetecileri ya yok sayıyor ya da atılan “iftiralara” itibar ediyor.
En son 2014 yılının Haziran ayında İsrail’den haksız yere sınır dışı edildiğimde, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve birçok siyaset, düşünce ve fikir adamı ile birlikte gazeteciler de olayı kınamışlardı. Ancak üyesi olduğum TGC, bu konuda ses vermemeyi, kınama dahi yayınlamamayı tercih etmişti.
Bugün Hasan Karakaya’nın vefatına “şaibe” bulaştırmaya kalkışan, Paralel Çete’nin iğrenç montajlarını zihin dünyalarında içselleştirmiş görünüyor TGC yönetimi!
İğrenç iftira ve montajları doğru kabul edip, ona göre sözüm ona “taziye” yayınlıyormuş gibi yapıyorlar.
Böylece “bilinç altları” da ortaya çıkıyor.
TGC’nin bu ve benzeri tutumu, Türkiye’nin medya dünyasındaki “kuşatılmışlığına” en iyi örnektir.
28 Şubat sürecinde küçük bir televizyonunun genel yayın yönetmeni, oruç tutmaya çalışan birkaç çalışanın duyacağı şekilde haber merkezinin ortasında şöyle bağırıyordu, “Gazeteci oruç tutmaz. Gazeteci namaz kılmaz..!”
İşte TGC’nin temsil ettiği gazeteciliğe örnek budur.
Bir örnek daha vereyim. Bundan birkaç yıl önce “Cemiyet seçimleri” vardı. Bu sevile ile yıllardır üyesi olduğum cemiyetin Cağaloğlu’ndaki merkezine gittim. Oy vermek için sandığa ilerlerken, birkaç kişinin kendi arasında konuştuğunu işittim, “Alternatif liste çıkaranlar, yukarıdaki lokali kaldırıp mescit yapacakmış..!”
Anlayacağınız, gazeteci olabilmek için, her akşam demlenmek lazımdır...
Oruç tutmak ne mümkün... Namaz kılmaya kalkarsan zaten gericinin önde gidenisin...
Ve sen onların temsil ettiği sözüm ona “değerler” ölçeğinde değilsen gazeteci olamazsın..!
Son bir kriteri de sevgili kardeşim Turgay Güler söyledi, “Cenazen dualar ve tekbirlerle kaldırılıyorsa senden gazeteci olmaz. Ancak alkışlanan cenazen varsa sen gazetecisin!”
Sonuç, Türkiye’nin bir Türkiye Gazeteciler Cemiyeti sorunu vardır. Ve bu sorun, öyle yabana atılır türden değildir.
Hasan Abi’ye iftira atanlarla aynı paralellikte bir taziye mesajı yayınlamış olmaları TGC’nin durumunun izahı için yeterlidir.
Yüzleri kızarmaz ama ben yine de söyleyeyim...
Hiç mi utanmanız yok?
Ali Şiası, Safavi Şiası’na ek...
Bir süre önce yazdım. Rahmetli Ali Şeriati’den nakil ile. Safavi Şiası tıpkı Emevi Sünniliği gibi çıkarcı, kabilecidir. Safavi Şiası, Fars milliyetçiliği ve onun hurafelerinin dini teslim almasıdır. Oysa Ali Şiası, İslam’ın bu kolunun Fars hurafelerinden kurtulmuş halidir.
Tıpkı, Vahhabilik’in, Ehli Sünnet’i bile tekfir edecek “tefrid”e düşmesi gibi. Ehli Sünnet ile Şia’nın İslam’ın iki ana kolu olduğunu kabul edelim. Lakin bu iki kolun içinde gelişen ve makuliyeti kaybedenler yüzünden İslam dünyası bugün “büyük savaş”a doğru gidiyor.
Böyle bir dönemde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, İran ve Suudi Arabistan ziyaretini çok önemsiyorum.
Ancak Türkiye, İslam’ın makuliyet ve orta yolunu temsil den tarihsel birikimiyle İslam dünyasını “büyük savaş”tan kurtarabilir.