Eğer aileler tek çocuk sahibi olmaya devam ederse ve bu tercih toplumda genel bir eğilim halini alırsa olacağı budur!
Çocuklar her şeyden önce kardeşsiz kalır.
Birlikte büyüyeceği, güleceği oynayacağı, kavga edip barışacağı, ilk aşkını derdini neşesini... anlatacağı, ömür boyu sırtını güvenle yaslayacağı o dağdan mahrum olur.
Paylaşmayı öğrenemez.
Kıskançlık, kızgınlık gibi negatif duygularını dizginlemeyi; sevgiye, iyiliğe çevirmeyi bilemez. Affetmenin hazzına varamaz. İçi katılaşır. Yalnızlaşır. Zorlanır.
**
Her ailede çocuk sayısı teke düşerse teyze, amca, hala, dayı kalmaz ortada. Elti, bacanak, enişte, görümce gibi Türk aile ve toplum yapısının o renkli çeşitli müesseseleri tarih olur.
Bayram günlerinde, özel günlerde kurulan masalar ıssız kalır.
Zaten bayramlarda büyük aile buluşmasına katılıp gürültülü ev toplantılarında ailenin diğer fertlerine hizmet etmek yerine bir tatil beldesinde tek başına içeceğini yudumlamayı giderek daha fazla oranda tercih ediyor insanlar.
Tekil tatil demek 1+1 ev, 1 porsiyon pizza, TV karşısında tek kanepe, psikiyatri seansları, prozac şeklinde devam eden bir zincirin halkaları oysa.
Yalnız yaşam, yalnız ölüm demek, giderek.
Batı toplumlarında olduğu gibi tıpkı.
Tek başına ekrana bakarken ölünen, öldüğünden kimsenin haberdar olmadığı, kötü kokudan rahatsız olan "komşuların" telefonuyla gelen profesyonellerin, yabancıların yani, gelip cesedi alıp defnettiği mukadderat.
**
Biliyorum boğuldunuz okurken.
Karanlık bir gelecek tasviri çünkü bu.
Parçası olmayı kimse istemez.
**
Fakat...
Büyükşehirlerde bilhassa kişinin kendini kaynayan kalabalıklar içinde zerre gibi gördüğü metropollerde bireyselleşme daha da artarsa, "anda kal" telkinleriyle "hayatını yaşa" talimatları böyle devam ederse, olacağı budur!
Aile bağlarını, akrabayı konu komşuyu yaşam kaynağı, habitatı gibi değil de ayak bağı olarak görmeye başlamışsa kişi, elbette özgürleşmek ister.
Bağlılık, devamlılık isteyen "aile" fikrinden uzaklaşır.
Her şeyden önce, tartışmasız öncelik ve bitmeyen sorumluluk demek olan çocuk sahibi olmayı istemez. Hele üç beş çocuk, hiç istemez!
Geç evlenir, kolay boşanır.
Günümüzde olan, biraz da budur.
**
Şükür ki henüz bu distopyanın içinde değiliz.
Ama uzak da değiliz.
Hâlâ güçlü aile bağlarıyla bağlıyız birbirimize. Araya mesafeler girse bile sorun yok. Görüntülü konuşma imkanı uzaktakini yakın ediyor.
Çocuklar annelerinden telefonla yemek tarifi alıyor, günlük hasbihalini ediyor.
Lakin yine de eskisi gibi değil hiçbir şey.
Çözüldüğümüzün, seyreldiğimizin, azaldığımızın farkındayız.
Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yıllardır uyardığı yerdeyiz.
**
Erdoğan en az 15 yıldır söylüyor bunu.
Katıldığı düğün törenlerinde evlenme cüzdanını geline verirken söylediği o meşhur cümlenin zarureti burada saklı çünkü.
Nüfus artış hızının düşmeye başladığı yıllarda yaptığı "en az üç çocuk" tavsiyesini bir kesim ne dediğine bakmadan eleştirdi.
"İnsanların yatak odasına karışıyor" diye kara propagandaya çevirdiler.
Bir kısmı "evet ama hem iş hem çocuk nasıl olacak" diye dert yandı.
Bir kısım anneanneler, babaanneler "kendi çocuğuma baktım, bir de toruna bakamam" diye isyan etti.
Kreşler, bakıcılar, süt izinleri vesaire yetmedi.
Velhasıl gelmekte olanın önüne geçilemedi.
**
Bir toplumun kendini yenileyebilmesi için gerekli olan nüfus artış hızı 2.1 olarak ölçülüyor. Yani 2 kişiden 2.1 kişi doğmalı ki o, +1 toplumu diri tutabilsin.
TÜİK'in açıkladığı 2023 yılı istatistiklerine göre Türkiye'de nüfus artış hızı 1.5 ne yazık ki.
Kritik eşiğin çok altındayız yani.
Bu durumda, birkaç on yıl sonra -şu anda genç olan nüfusun da orta yaşı aşmasıyla- Türkiye toplumu yaşlı bir toplum olacak.
Oysa ikinci yüzyılını enerjisini yitirmiş, durağanlaşmış, yalnız ve mutsuz insanlar ülkesi olarak değil mutlu ve güçlü aile yapısıyla dinamik şekilde geçirmeli Türkiye.
İşin devlet boyutu bir yana, insani boyutu da çok önemli. Çocuklarımız torunlarımız o ürkütücü distopyaya terk edilmesin diye bugün ne gerekiyorsa yapmak gerek.