Türkiye nihayet eğitim-öğretim sektörünün sorunlarını tartışmaya başladı.
Eskiden de tartışırdı ama bu tartışma “her şeyin başı eğitim” sloganından bir arpa boyu ileri pek gitmezdi.
Şimdi üç-dört arpa boyu ilerledik ama yine de eğitime ilişkin sağlıklı bir tartışma yapamıyoruz kanısındayım.
Ve sağlıklı tartışmanın önündeki bir-iki engelden biri de tevhid-i tedrisat ilkesi, kanunudur.
Tevhid-i tedrisat Kanunu 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilmiş ve ülkedeki bütün eğitim-öğretim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na devrini öngören bir kanundur.
Orijinal ifadesiyle kanunun birinci maddesi aynen şöyledir: “Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaletine merbuttur.”
Orijinal kanun zaten ikisi uygulama maddesi olmak üzere 7 maddelik kısa bir kanundur ve özü de yukarıda aktardığım maddedir.
Kanunun beşinci maddesi askeri mekteplerin de Milli Eğitim Bakanlığı’na (Maarif Vekaleti) devrini öngörmektedir ve bu yasa maddesinin gereği 1924’te yerine getirilmiştir.
Ancak, askeri okullar 1925 tarihinde yani yaklaşık bir sene sonra çıkan bir yasa ile yeniden Milli Savunma Bakanlığı’na devredilmişlerdir.
İlginçtir, bu devir işlemi ile tevhid-i tedrisat ilke ve kanununu ilk delen kurum böylece askeriye olmuştur.
Aradan yaklaşık doksan sene geçmiştir ama durumda bir değişiklik yoktur.
Ombudsman kanunu çıkmaktadır ama askeriye büyük ölçüde bu kanunun kapsama alanının dışına çıkarılmıştır.
Anayasa Cumhurbaşkanı’na bağlı bir Devlet Denetleme Kurulu ihdas etmektedir ama askeriye yine bu anayasa maddesinin de kapsama alanının dışındadır.
Bu konuda örnekleri çoğaltabiliriz, 2012’de hala askeriyenin yasalarda istisna teşkil etmesi durumu sürmektedir ama bu işin kökeni gördüğümüz gibi 1924 senesine kadar gitmektedir.
Günümüz Türkiye’si 1924 senesinin Türkiye’si değildir ama Tevhid-i tedrisat kanunu kökenli sorunlar hala bütün vahameti ile sürmektedir.
Eğitim sektörüne ilişkin bugün tartışılan sorunların çok büyük bölümünün kökeninde bu kanun yatmaktadır.
Tevhid-i tedrisat kavramına yönelik eleştirileri laiklik ekseni üzerinden değil, eğitimde etkinlik, çoğulculuk, çağa uyum açısından değerlendirmek gerekmektedir.
Eğitim-öğretim de bir üretimdir ve bu üretim tekelini devlete bırakmanın anlamını çağımızda anlamak mümkün değildir, eğitimde yaşanan etkinsizliğin temelinde de bu tekelci üretim anlayışı yatmaktadır.
Türkiye’de imam hatip liseleri ve bu okulların müfredatı tartışılmaktadır ama nedense bu okulların neden, zorunlu olarak, devlet okulları olduğu konusu pek gündeme getirilmemektedir.
Oysa, tevhid-i tedrisat gibi bir deli gömleğinin giyilmesinin zorunlu olmayacağı bir ülkede bu okulların devlet dışında öğretim vermeleri hem daha etkindir hem de demokrasiye çok daha uygun bir durumdur.
Bu okullar kurulacak ya da mevcut vakıflar tarafından finanse edilirler, devletin bu okullarla ilişkisi sadece en genel hukuk ve anayasa ilkeleri sınırlanır ve işin doğrusu da budur.
Zorunlu din derslerine yönelik haklı eleştirileri de aşmanın yine en etkin yolu tevhid-i tedrisat sınırlamaları dışında kurulacak özel ya da vakıf okullarında bu derslerin en genel hukuk ilkelerine uygun biçimde verilmesi olacaktır.
Daha etkin ve daha demokratik olacağını düşündüğüm bu çözümün önündeki en büyük iki zihinsel engelden biri geleneksel kemalist kesimlerin engeli ise ikincisi ise kavramsal olarak tevhid-i tedrisat ilkesine karşı olması beklenecek muhafazakar kesimin devletçi damarları olacaktır.
Tevhid-i tedrisat ilkesini ve bu ilkeden kaynaklanan tekelci etkinsizlikleri tartışmadan eğitimde sürdürülebilir iyileşmenin yakalanması olanaksızdır.