Pazar günlerini 'okuyucu görüş ve eleştirileri'ne ayırdığımız bu sütunda bir Hasbihal'e daha; okuyucuları selamlıyor ve hayırlı çalışmalar dileyerek başlıyoruz.
*İzmir'den Ruhsar Serezli ile Belçika'nın Gent şehrinden Tahsin İnce isimli okuyucularımız, özü itibariyle, aynı konuyu dile getirmişler ve ABD Başkanı 'Trump'ın, herkesi ve her ülkeyi, Amerikan emperyalizminin iradesi, isteği karşısında eğilmeye teslim olmaya çağıran, herkesin kendilerine saygılı olması gerektiğine dair sözlerini, evet, eleştiriyorsunuz, ama, bir karakoldaki onbaşı bile, oraya çağırdığı kimseden aynı davranışı, 'Trump'ın dünyaya bakışına denk bir şekilde dile getirmiyor mu? Demek ki, yönetmekteki bu durum, insan ruhunun kaçınılması zor bir hali.. Yani, güce teslim olmaktan başka bir çare yok.. Hepimiz kendimizi kandırıyor ve en dirençli olanlarımız bile zor karşısında bir takım çıkış yolları arıyoruz..' diyorlar.
--Bu okuyucu kardeşlerimize ifade etmeye çalışayım..
'N'apalım, başka çaremiz yok, teslim olalım!' demek, sadece insanın değil, diğer canlıların da fıtratlarına aykırıdır.. Nitekim, sadece insan değil, bir çetin 'zorluk'la, veya düşman vehmine kapıldıkları bir güçle karşılaştıklarında, diğer canlılar da bir an duraklayıp, bir yol aramak ihtiyacını hissederler ve, ya kaçarlar ya başka kurtuluş çareleri varsa onu harekete geçirirler ya da, teslim olurlar.. Hatta bazı canlılar çaresiz kaldıklarında intihar ederler.. (Şahsen görmedim, ama, Mardin ve Diyarbakır'da yaşlılar, 'akrep'leri bir alev dairesinin içine attıklarında, çıkış yolu bulamayınca, kuyruklarıyla gövdelerini ısırıp, kuyruklarında taşıdıkları zehirle intihar ettiklerini anlatırlardı..
Hatırlayalım, Napolyon da 220 sene öncelerde, 670 bin kişilik bir orduyla, üstelik, en ağır kış şartlarında, aç ve soğuktan donmakta olan ordusunu kurtarmak ümidiyle Moskova'yı kuşattığında, Rus mareşali Kutuzov çaresiz kalmış, içindeki askerlerinden nicelerini de tehlikeye atarak Moskova'yı ateşe vermiş ve perişan olan Napolyon, Paris'e ancak 30 bin küsur askerle dönebilmişti..)
*
Bu durumu bildikleri için olmalı, 1000 yıl kadar hüküm süren Roma İmparatorluğu da, bütün rakiplerine, 'Pax Romana', yani 'Roma Usulü Barış..' çağrısı yapardı.. Yani, 'Teslim olun, barış olsun!..'
Gayet kolay, değil mi? 'Karşı çıkacağınıza veya savaşacağınıza, teslim oluverseniz, Kıyamet mi kopar? Kuzu-kuzu itaat edip, himaye kanatlarımız altında olsanız, evet, kıyamet mi kopar?' Trump'ın ve benzerlerinin insanlığa çağrılarındaki mantık sefaleti bu temele dayanır..
Ve bu türkü, 2 bin yıl öncelerdeki Roma İmparatorluğu günlerinden beri hep böyle, tekrarlanıp durur.
İşbu 'Pax Romana (Roma usulü barış..)' isim olarak zaman zaman başka türlü de telaffuz edilir oldu, ama, muhtevası, çoğu kez aynı idi.. 'Pax Americana.. Pax Russika.. Pax Germanica..'
*
Bu açıdan bir 'Pax İslamica'dan da, yani, 'Teslim olun, barış olsun..' kuralının İslam'da da olduğundan söz edilebilir diyenler olmuştur. Ama, İslam'ın çağrısı, bütün insanlara yapılan bir çağrıdır ve bu çağrı, bir 'özgürlük manifestosu'dur. Çünkü, 'Allah'u Ekber!' diyen Müslüman, 'Allah'tan gayri hiçbir güc'ün önünde asla eğilmeyeceğini, bütün dünyaya ilân eder.
Nitekim, namazlarımızın her rekâtında devamlı okuduğumuz Fâtiha Sûresi'nin 5-7. Ayetlerinden, 'Sadece Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz..' meâlindeki (İyyâke nâ'budu ve iyyâke nestâîn..)i tekrar ederken de; Allah'u Teâlâ'ya karşı olan sorumlu olduğumuz ahdimizi yenilemiş oluruz.
*
Evet ağır bedeller olsa bile, mücadelelerde böyle ağır usuller de geliştirilmiştir. Her nasıl olursa olsun, yaşamak değil, yaratılışına uygun olarak yaşamak, hele de insan için, insan haysiyetine uygun bir hayatın yaşanamaz olduğu bir yer ve zamanda, candan geçmeyişi göze alarak mücadeleye atılmak esas olmalıdır.
Şerefle yaşamanın olmadığı bir yerde şerefle ölmek yolu da vardır.. Ama, ölümü yok olmak sanan ve ahiret hayatına inanmayanlar için bu imkan da yoktur..
*Malatya'dan Şeyhmus Yıldırım isimli okuyucu da diyor ki: 'Etrafımda arkadaşlardan bazılarında yarım-ağızla da olsa bazı laflar ediliyor.. Ben şahsen bu ülkede ayrımcılık duygusu taşımıyor ve yaşamıyorum, Çünkü, bir Müslümanım.. Ve benim inancımda, şu veya bu etnik, kavmî köke mensubiyetten diyerek bir üstünlük veya aşağılık duygusu taşımaya cevaz yoktur.. Asırlarca da, biz İslam Milleti ve ümmeti olarak böyle gelmiştik..
Ama, hele de emperyalist güçlerin ülkemize saldırdıklarında hepimiz Müslüman olarak haysiyet ve şerefimizle direnip, gerekirse şehit olmayı göze almışken; askerî açıdan kısmen de olsa zafer kazandıktan sonra, emperyalistlerin kuklaları ve kalıntıları veya kanunları sadece bir etnik unsurun üstünlüğü temeline oturtmaya çalışmışlar.. Ama, halkımız arasında, karşısındakilerin etnik köklerine bakarak değerlendirme yapanların yüzde 1'i bile geçmeyeceğine inanıyorum. Çünkü, burada bu halkın içinde yaşıyorum.. Ne var ki, son 100 yıl boyunca milletimize, öyle bir zulüm uyguladılar ki, laik dayatmalarını devlet gücüyle sarmalayarak herkese bir yol bulup, zulmettiler.. Kimseye kavmî mensubiyetlerine bakarak farklı davranılmadı.. Bugün de hâlâ bu gerçeği görememek, o zulümleri sadece bir kavme yapılmış sanmak, sadece emperyalistlere hizmet eder..
Ben Amerika'ya da gittim; aylarca kaldım.. Sosyoloji okumuş birisi olarak gözlemlemeye çalıştım.. Orada da, hispanikler denilen milyonlarca İspanyol asıllılar var. Orada ekseriyetin dili olan İngilizce esas alınmış, diğerleri de kendi bölgelerinde kendi dillerini de konuşuyorlar.. Kızılderililer ve Siyahîlere uygulanan korkunç aşağılayıcı uygulamalar kanun açısından ancak 1965'lerde kaldırılabilmiş.. Ama, toplum içindeki yabancılaştırmalar hâlâ çok güçlü..
Bizde ise, hele son 20 yıllık Tayyip Erdoğan döneminde yapılmaya çalışılan insanca düzenlemeleri inkar etmek nankörlük olur, zulüm olur.'
--Evet, bu kardeşimizin yazdıklarını da bu kadar özetleyebildim..
*İsviçre'den Turgut Salihoğlu da diyor ki: 'Geçenlerdeki bir yazınızda, 'mustaz'af' diye bir kelime yazmıştınız.. Biraz Arapça da öğrendim, burada.. Bu kelimenin za'fiyetle, zayıflıkla aynı kökten geldiğini anladım da, ne manaya geldiğini yine de tam olarak çıkaramadım. Buradaki Arap arkadaşlar da izah edemediler. Gerçi, siz, o kelimeyi yazdıktan sonra, (hakları ellerinden zorla alındığı, gasp edildiği için zayıf düşürülmüş) açıklamasını vermiştiniz, çok dikkatimi çekti..
Ona biraz daha açıklık getirebilir misiniz?
--Evet bu okuyucu kardeşimize de hemen ifade edeyim ki, 'mustaz'af' olmak, sıradan bir zayıf olmak değil.. Tembellikten veya eldeki bazı imkânların elden gitmesinden dolayı zayıflığa uğramak değil, elinden hakları zorla alındığı, gasp eedildiği için zayıf duruma düşmek..
Biz Müslüman toplumlar bugün, bir çok zenginliklere sahip olsak bile, yine de 'mustaz'af' durumdayız, hele de son 1500-200 yıldır.. Çünkü, asıl güçlerimizi kullanamıyoruz, parça-bölüğüz, zayıflatılmışız.. Elimizdeki güç ve imkânları bir irade merkezinden yönetebilsek, dünya siyasetini nasıl etkilediğimiz görülürdü..
'Mustaz'af' durumuna düşmek işte budur.
Yoksa, 2 milyara yakın bir büyük kitle halindeki dünya Müslümanları, birlikte hareket etmek için sahip olmaları gereken karar mekanizmaları olsaydı, bugün bu durumda olur muydu?
*