Terör örgütünün de partisinin de halk desteği giderek kesiliyor.
Giderek yalnızlaşıyorlar.
Diyarbakır’daki Nevruz bunu aleni bir biçimde gösterdi.
Yakın illerden zorla topladıkları insanlara rağmen görüntüler ortada.
Örgütün ve belediyelerin ağır baskılarına rağmen katılım çok düşük düzeyde kaldı.
2013 yılında o meydanı dolduran yüzbinlerden eser yok artık.
O gün meydanı dolduran yüzbinlerce Kürt “barış” istiyordu.
Örgüt ve partisi başkaları adına bir “vekâlet savaşı”na başlayınca bunun kendisine kan ve gözyaşı olarak geri döndüğünü gören Kürt halkı desteğini çekti.
“Barış” için meydanları dolduran Kürt halkı, “barış” adına örgütü ve partisini yalnız bıraktı.
Örgütün yeni taktiği
PKK’nın gerçek yüzü görüldü.
PKK’nın siyasi kanadı HDP bu yüzden giderek kan kaybetmeye başladı.
Şimdi yeni bir taktik hamle geliştirmek istiyorlar.
“Müzakereye yeniden dönülsün!” söylemi, hem rahat bir nefes alabilmek, hem de halkı yeniden yanına çekebilmek için başvurdukları bir hamlenin ifadesi.
Örgüt ve partinin “oksijen çadırı”na alınması bölgenin bu kez kaybıyla sonuçlanabilecek tehlikeli bir sürece kapı arayabilir.
HDP devlet/hükümet katında tekrar muhatap alındığını göstererek bölge ve bölge halkı üzerinde mutlak hâkimiyetini sağlamak niyetinde.
Bu çağrının samimi olmadığını söylemeye bile gerek yok.
Devleti/hükümeti bir an önce “müzakere masası”na oturtmak için terörü şehirlere taşımalarının sebebi de bu.
Ne Öcalan’ın, ne de Kandil’in “stratejik değişim” iddialarına inanmak doğru olmaz.
Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” söyleminin taktiksel değil stratejik bir değişim olduğunu kendileri söyleyip durmuyorlar mıydı?
Ne oldu?
Neyin müzakeresi?
Gelinen noktada görüldü ki bu söylem tamamen taktikselmiş!
Öyle olmamış olsaydı, özyönetim, özerklik ve otonomi gibi talepleri kesin bir dille dışta tutan “demokratik cumhuriyet” söylemi bugün “özerklik” ve “özyönetim” eksenine oturtulmak istenmezdi.
Sahi müzakere edilecek konu nedir?
Çözüm adına istenilen şey nedir?
Silah bırakmanın koşulları mı konuşulacak, yoksa Kürtlerin ve bölgenin geleceği mi?
Silahların bırakılması koşulu olarak GD bölgesinin PKK/HDP canibine bırakılması isteniyorsa bu zinhar konuşulacak bir konu bile değildir.
Silah karşısında siyaset hakkı isteniyorsa, eyvallah...
Yeni Türkiye’de demokratik siyasetin önü ardına kadar açıktır.
Ama silah bırakmanın karşılığında ideolojik veya coğrafi bir iktidar isteniyorsa bu asla tartışmaya açık bir konu değildir.
Ne Kürtlerin ne de bölgenin geleceği terör örgütü ve partisiyle asla konuşulamaz.
Bu hem ülkeye ihanet olur hem de Kürt halkına.
O zaman çözüm adına istenen nedir?
Bunu söyleyenlerin aleni bir biçimde bunu ortaya koyması gerekiyor.
Çözüm sürecinde amaçlanan şey ise buyursunlar silahlarını bırakıp gelsinler.
Talepleri üzerinden demokratik siyaset yapsınlar sadece.
Terör örgütünün ve partisinin tuzağına asla düşmemek lazım.
HDP’nin Şeyh Said ve Seyid Rıza istismarcılığı
Bu HDP’li vekiller bir alem vallahi!
Yalanın da, istismarın da her türlüsüne başvurmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.
Geçen gün mecliste Şeyh Said ve Seyid Rıza üzerinden tam bir istismar siyaseti izlediler.
Şeyh Said’e ve Seyid Rıza’ya öyle bir sahip çıktılar ki sanırsınız ki bunda samimiler...
Şimdi ulu önderleri olarak kabul ettikleri Öcalan’ın Şeyh Said ve Seyid Rıza için söylediklerini aktarıyorum:
“M. Kemal Atatürk demokrasiye geçmek istiyordu. İngilizler Şeyh Said ve Seyid Rıza isyanıyla bu süreci kesintiye uğrattılar.”
Öcalan’ın mealen söylediği bu sözler, Şeyh Said’in de Seyid Rıza’nın da Öcalan’ın gözünde birer İngiliz tertipçisi/işbirlikçisi olduğu anlamına geliyor alenen.
HDP’li vekiller Şeyh Said ve Seyid Rıza üzerinden bir hesaplaşma içine samimiyetle girmek istiyorlarsa öncelikle işe Öcalan’dan başlamalıdırlar.
Soruyorum:
Öcalan gibi mi düşünüyorsunuz, yoksa Öcalan’dan farklı mı?