DAEŞ terörü üzerinden gerçekleşen tartışma ve ithamlar, İslami kesimdeki düşünürleri de ister istemez savunma ve tashih hattına çekiyor. “Biz Müslümanız, Terörist değil!” cevabı yetmiyor. Zaten nasıl cevaplarsak cevaplayalım, İslam’ı potansiyel suçlu ilan edenlerin yaslandığı devasa maddi gücün omurgası, nükleerdir. Yani bizim savunmalarımız, nükleer tehdit altında gerçekleşiyor. Bu ayrı konu.
***
Münevverlerin ortaya koyacağı düşünsel performans sadece Batı’ya cevap yetiştirecek savunmalar değil. Kendi yol haritamızla ilgili davet metodunu içermesi açısından da değerli.
Geçen yazımda Prof. Nilüfer Göle’nin DAEŞ ve Paris saldırıları hakkındaki mülakatında kullandığı; “bir medeniyeti temsil etmiyorlar ama bir medeniyete karşılar” saptamasını gündeme getirmiştim. Akif Emre,Yenişafak’ta konuya açılım getirecek iki değerli yazı kaleme aldı. DAEŞ, Boko Haram, El Kaide, Şebab gibi silahlı grupların eylemlerinden yola çıkarak Selefiliğin hedef tahtasına konulmasından bahsediyordu ilk yazısında. “Eylemleri ile Müslümanları rehin alan, terörize eden bir yapılanma üzerinden dinle kuracağımız ilişkinin mahiyeti hatta dinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair yoğun bir kampanya var”diyordu. Makalesini İslami kesimin tartışma zeminini evleviyetle kendi sözü ve sözcüleriyle kurması gerekliliği vurgusuyla okudum. “Gelenekten mahrum modern dindarlık” makalesindeyse Göle’nin “bir medeniyeti temsil etmiyorlar ama bir medeniyete de karşılar” dediği DAEŞ’in aslında gelenekten ne kadar kopuk ve oldukça modern bir örgüt olduğunu analiz ediyordu Akif Bey...
DAEŞ, içinde doğup büyüdüğü Batı modernitesine karşı imha ve terör eylemi içinde. DAEŞ bunu yaparken herhangi bir ardıl geleneğe de yaslanmıyor, hatta kendi dışındaki tüm islami yorumları batıl, eksik, sakat, yanlış buluyor.
Bu tekelci yaklaşım, yani benden başka doğru düzgün İslam yoktur anlayışının bizatihi kendisi moderndir. Bunu tespit edelim ilkin. Bu apaçık bir geleneksizliktir, geleneği reddediş ve orijine kendini çekiş, aynı orijine kendinden başkasını kabul etmeyiş refleksidir. Bunun dramatik bir kopuş, ciddi bir yaralanma, kompleksli bir yalnızlaşma olması ayrı... Buradan yola çıkarak şiddet metoduyla yeni bir alan açmak gayretkeşliği ayrı. Hariçten gazel okumaktır bu. Hariciliktir.
Sahabe ve Tabiler, yani dini asli kaynağından öğrenmiş nesiller, Selef-i Salihin olarak namlıdır tarihte. Onların amel çizgisine tabi olanlar da selefi olarak atfederler kendilerini. Yani bizim bugün toptan genelleştirerek bir kalemde üzerini çizdiğimiz “selefilik” aslında ciddi bir gelenek birikimidir. Ve şu anda tartıştığımız DAEŞ terörünün “selefilik” ile bir ilgisi de yoktur. Çünkü bunların yaslandığı bir gelenek yoktur. Prof. Göle’nin “bir medeniyeti temsil etmiyorlar” tespitiyle, Akif Emre’nin “gelenekten mahrum modern refleks” tespitleri tam da bu minvalde birbirini tamamlıyor...
***
Talha Hakan Alp’ın selefi eleştirilerdeki genelleyici tarza yaptığı tenkid de çok değerlidir bu bağlamda. Benim de çoğu kez korosunda yer aldığım, hafıza ve hatıra karşıtı bugünkü selefiyeyi tenkit eden toptancı eleştirilerimiz, nihayetinde: “Ehli Sünnet adına ortaya sürülecek tek doğru yorum sufiliktir” benzeri bir neticeye gidiyor. Sufiliğin yaslandığı güçlü harmonik gelenek elbette göz kamaştırıcı. Hatta Batı’lar nezdinde mistik oryantal zevk nazarıyla diğer İslami yorumlara nazaran evladır bile denebilir. Lakin, Batı’ların “İslama Karşı İslam” kartına dikkat etmek zorundayız.
Bugün neredeyse her cemaat, en doğrunun ve tek doğrunun kendi meşrebinden sürdüğünü iddia ediyor. Üslupla usülü birbirine karıştırdığımız için...
Ciddi bir merkezkaç’la yüz yüzeyiz: “Tek doğru budur, bizden başkası batıldır, herkes cahil bir tek biz biliyoruz eşyanın hakikatini” savruluşundan kaçınmamız gerekiyor... Ya “adalet” hakkında ne düşünüyoruz. Tarihi atıflar, gençlerin yeni sorularına cevap veremiyor... DAEŞ’in içtiği su, biraz da bu çeşmeden akmıyor mu?