Terörle mücadelede istihbarat ve uluslararası işbirliği olmazsa olmaz iki koşuldur. Ancak hem istihbarat hem de uluslararası işbirliği bir dizi çelişkiyi barındırıyor.
Terör gerçekleşen eylemle ortaya çıktığı için engellemenin önceden yapılması gerekir. Yani terör eylemi olduktan sonra en fazla bir kriz yönetimi söz konusu olabilir, bunun da eylemin engellenmesine o kadar büyük katkısı olmaz. Bu durumda önceden haber alıp eylemin engellenmesi beklenir. Ancak eylemi gerçekleştirecek kişinin alnında terörist yazmadığı için kimin ne zaman nerede bir katliam yapacağını izlemek zordur. Bu durum da çok sayıda insanın izlenmesini, dinlenmesini, kimlerle görüştüğünün takip edilmesini, nerede nasıl para harcadığının bilinmesini gerektirir.
Terörle mücadele için gerekli bu koşul, çok sayıda insanın şüpheli haline gelmesine neden olduğu gibi özgürlüklerin de sınırlanmasına yol açar. Bir yandan olası terörist sıfatıyla insanlar izlenir, öte yandan bu kişilerin terör yapmama ihtimalleriyle özgürlükleri bizzat devlet tarafından gasp edilir.
Teröre başvuranlar zaten tam da bunu talep ederler, eylemlerin yaşandığı ülkelerde özgürlüklerin daraltılması yönünde bir baskı oluştururlar.
Paris eylemi, AB’de başta serbest dolaşım olmak üzere bir dizi konuda daha “sıkı” önlemler alınmasını gündeme getirmedi mi?
Uluslararası boyut
Terör konusu uluslararası nitelikte olduğuna göre, ulusal düzeyde alınacak hiçbir önlem kendi başına yeterli olmaz. Hem özgürlükleri kısıtlayıcı işlere kalkışmamak hem de mücadeleyi etkin kılmak için işbirliği gerekir.
Bu noktadaki sorun ise devletlerin istihbarat bilgilerini paylaşma konusunda çok nazlı davranmalarıdır.
Devletler, terörle ilgili bilgilerini paylaşırken ulusal güvenlikleri kapsamında kullandıkları araçların ve bilgilerin tümünü de paylaşma riskiyle karşılaşırlar. Üstelik devletlerin bilgileri ve istihbarat faaliyetleri “dost” ülkelerde de sürüyor olabilir, bu faaliyetler de o iki “dost” ülkenin karşılıklı politikalarını belirliyor olabilir.
Öte yandan istihbarat paylaşımındaki isteksizliğin bir diğer nedeni ise terör faaliyetlerinin bizzat kendileri ya da bildikleri bir başka devlet kanalıyla yönlendiriliyor olmasıdır. Bu, “benim teröristim-senin teröristin” konusuna karşılık gelir; ki dost devletlerin bile düşman hale gelmesine yol açan durumlar söz konusu olur.
Hem işbirliğine yanaşmayıp hem de terörle mücadelede ortaklık beklemek ise sonuçta Paris eylemi gibi terör eylemlerinin yaşanmasına yol açar.
Ulusal boyut
Bugün Fransa’nın başına gelen yarın her ülkenin başına gelebilir. Paris eylemi zanlısı olarak aranan bir kadından söz ediliyor, ama kadın esasen eylemden önce değil sonra aranmaya başlıyor. İspanya üzerinden Türkiye’ye yasal yollardan geliyor, hiçbir ülkede “aranan” kişi olarak kodlanmıyor, sonra yasadışı yollardan Suriye’ye gidiyor. Bu noktadan sonra ise Türkiye teröristlerin geçit yeri muamelesi görüyor.
Suriye-Türkiye sınırının kevgire döndüğü doğru; denetlenemez bir durum var. Ancak Türkiye sınırlarını aşıp Irak ya da Suriye’ye giden tüm yabancıları izlemeye, durdurmaya ya da sadece adlarını açıklamaya kalksa kim bilir neler olur? İstihbarat faaliyetleri açığa çıkmasın diye bilgi paylaşımından imtina ederken teröristlerin de oradan oraya gidebilmelerinin önünü açmak böyle bir şey olmalı.
Bugün Avrupa’daki tartışmalara bakılırsa hala suça suçlu aranıyor. Oysa terör, esasen devletleri zorunlu olarak işbirliğine itmek için yapılıyor; buna direnenin ise yeni eylemlere maruz kalacağını ima ediyor. Sonuçta daha az tehdit istiyor ise Türkiye ile Avrupa daha fazla işbirliği yapmak zorunda.