Yaygın küresel entelektüel kanaate göre, El-Kaide ve DAİŞ tarzı örgütler dünyaya düzensizlik ihraç ediyorlar. Bu kaos ihracı, dünyanın en önemli güvenlik krizi başlıklarından birisi. Hatta liste başında geliyor. Yaşanan terör olaylarını Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerde devam eden kanlı süreçler bağlamında ele alınca, ‘kaos ve düzensizlik ihracı’ yaklaşımının tutarsız olduğunu da söylemek zor. Bu oldukça rahatlatıcı ve tavzih edici yaklaşımın ardından küresel güvenlik mimarisine ve bölgesel krizlere dair söylenecek fazlaca bir söz de kalmıyor.
Terörizm marifetiyle tedhişin ihraç edilebileceği tespiti doğru. Lakin tedhişten yapısal bir düzensizliğin dünyaya ihraç edildiği -eğer sıradan bir manipülasyon değilse- fazlasıyla abartılı bir yaklaşım anlamına geliyor. Zira düzensizlik de en az düzen kadar yapısal ve kalıcı dinamikler üzerinden ortaya çıkabilecek bir fenomen. Dolayısıyla, böylesi bir dönüşümün zuhur etmesi kadar, düzen(sizlik) tespiti yapmayı hak edecek düzeyde makul bir ömrünün de olması gerekiyor. Eğer bu konuda belli bir ciddiyet düzeyi korunmazsa, her tedhiş eylemi sonrası ‘düzensizliğin ihraç edildiği’ yanılgısına düşülmesi normalleşir.
Maalesef bugün başta Amerika olmak üzere güçlü Batılı ülkelerin birçoğu, terörizm üzerinden oldukça hızlı siyasal neticelere ulaşmayı tercih ediyorlar. Bu ise krizin sahici yüzünün masaya yatırılmasını tehir etmelerine yardımcı oluyor. Batı’nın konforlu bir alan ve zaman kazandığını düşündüğü bu yaklaşım, ironik bir şekilde terörizme de koru(n)ma imkânı sağlıyor. Zira terörizm; mücadele kendisini var eden sorun kaynağına yönelmediği sürece, yapılan müdahalelerin konjonktürel ve orta vadede insan kaynağına dolaylı yatırım olduğunu görüyor.
Amerika ve Avrupa’daki Think-Tank’lerin neredeyse tamamı, akademinin ise kahir ekseriyeti yukarıdaki konforlu yaklaşımı benimsemiş durumdalar. Her sene dünyanın dört bir yanından katılımcılarla binlerce çalıştay, uluslararası konferans ve yayın gerçekleştirip, sürekli aynı neticeyi üretmek büyük bir başarı ve istikrar olsa gerek. Öyle ki, basit bir tarama ile temel başlıklarda aynı standart cümlelerin bıktıran bir tekrarla nasıl üretildiği görülebilir. Bu durumdan, ‘eleştirel düşüncenin sonuna gelindiği’ neticesi çıkar mı bilemeyiz. Ancak en az dünyanın dört bir yanına musallat olan AVM’lerdeki marka sayısını anlamsızlaştıran tek tipleşmenin bir benzerinin yaşandığını oldukça rahat bir şekilde söylemek mümkün.
Bu konfeksiyon düşünceye göre, farklı aşırı güruhlar medeni dünyayı nihilist bir şekilde hedef alıyor; dolayısıyla, bu düşmanların kendilerine ulaşmasının engellenmesi ve oldukları yerde de imhası gerekiyor. Küresel bir virüs yazılımı ya da bir tür epidemi ile muhatap olmanın ötesine geçemeyen bu yaklaşım tarzı, ısrarla sorunun kaynağını yok saymaya devam ediyor. Bu denli ısrarlı bir karartmanın sebep olduğu siyasal körlüğün orta vadede biteceğine dair herhangi bir işaret de ortalıkta görünmüyor.
Küresel hegemonik düşünsel paketlemeden bağımsız bir şekilde, en azından bölgemizdeki krizlerin kaynağı gün geçtikçe negatif enerjisini çok daha güçlü bir şekilde biriktirmeye devam ediyor. Bu bağlamda, Arap İsyanları bir asır sonra ortaya çıkan acemi, apolitik, lidersiz ama heyecanlı bir ‘statükoyu yarma girişimi’ idi. 2010’da ortaya çıkan bu dalgayı bölgesel statükonun müsaade etmemesi gereken bir hata ve sızıntı olarak değerlendirip, Suriye’de bastırdıklarını düşünmeleri de yukarıdaki akıl yürütmeye yaslanıyor. Ancak DAİŞ’le kaos büyütülebilir fakat cari düzen korunamaz. Zaten Esed’den, Mübarek’ten, Sisi’den DAİŞ’e irtifa kaybetmiş statükoyu koruma girişimi bu durumun açık bir delilidir.
Ezcümle, bölgesel ve küresel düzenin mimarisine bakma ihtiyacı bile hissetmeden terör örgütleri üzerinden sorunları yönetme girişimi, her geçen gün büyük bir felâketi hazırlamaktadır. Buna rağmen, mezkûr çaresizlikten çıkış da, terörizmle mücadele de elbette mümkün. Ancak bunun asgari şartı; dürüstçe ve özgürce yaşananlar üzerine kafa yorulamıyorsa bile, en azından maddi bilgi düzeyinde ayağa düşürmemeye saygı duyulmasıdır.