Bir ülkede çatışma, sabotaj, tedhiş ya da terör eylemlerini sonlandırma girişimleri sırasında karşılaşılan en temel sorun, kimin kimi öldürdüğü konusunda kesin kanıya her zaman sahip olunamamasıdır. Siyaseten çatışan taraflar bilinse, bu tarafları destekleyen gruplar tahmin edilse ve hatta çatışanların ekonomik rekabeti hesaplansa bile, bombaların pimini kimin çektiğinden emin olmak zor olur.
Bu konuda muhtemelen en belirgin örnek Afganistan veya Pakistan’dır, ama onlarla sınırlı da değil. Eski devlet başkanının önce ülkeye dönmesinin sonra da ülkeden çıkmasının yasaklandığı Pakistan’da her gün bir patlama oluyor. Genel yaklaşım bu eylemleri El-Kaide ya da bağlantılı grupların yaptığı şeklinde oluyor. Benzer durum Irak’ta da söz konusu. Son dönelerde Şiilere yönelik saldırılarda artış var ve bu eylemlerin de arkasında El-Kaide olduğu ileri sürülüyor. Suriye’deki çatışmalarda El-Kaide bağlantılı grupların şiddetin boyutlarını genişleten eylemleri olduğu iddia ediliyor, Hindistan’daki eylemleri bu grupların yaptığı ilan ediliyor, Afrika ülkelerindeki iç savaşlarda El-Kaide bağlantılı kuruluşların büyük rol oynadığısöyleniyor, ABD’de El-Kaide’ye para aktardığı gerekçesiyle insanlar tutuklanıyor.
El-Kaide ile mücadele!
Bu iddiaların tümü doğruysa, El-Kaide’nin farklı bağlantılar ve teşkilat biçimleriyle dünyadaki tüm siyasal ve askeri davranışları yönlendirdiğini kabul etmek gerekir. Ancak bu o kadar akla yakın gelmiyor, dolayısıyla meseleye başka yerinden bakmak gerekiyor. Bombanın pimini çekenin niyeti ve bağları, ona atfedilen kimliğin ötesinde olmalı. Örneğin Irak’ta Şiilere yönelik saldırılar arttıkça ve bunları El-Kaide’nin yaptığı düşünüldükçe, Maliki’nin bazı politikalarının hoş görülmesi hatta desteklenmesi, kim bilir belki terörle mücadele konusunda işbirliği yapılması mümkün olabiliyor.
Benzer biçimde, Suriye’de El-Kaide faktörü nedeniyle muhalif grupların desteklenmesinde gecikmeler yaşanabiliyor, hatta bu tür kuruluşlardan kurtulmanın adresi olarak yeniden Esad rejimi gösterilebiliyor. Çin’i, Rusya’yı ve ABD’yi aynı çizgide buluşmaya iten tek neden de yine El-Kaide ve benzeri örgütlerle mücadele konusu oluyor. NATO, Libya iç savaşına sırf El-Kaide’ye yer açacak bir ortam olmasın diye acil müdahale ediyor, Bosna’nın geleceği bu tür örgütlerle ilişkisine bağlanabiliyor.
Ekonomik rekabet
Anlaşıldığı kadarıyla El-Kaide giderek daha sihirli bir ifadeye bürünüyor. Terör eylemlerini bu tür kuruluşlar yapsa bile, esas mücadelenin başka olduğu ve bu mücadelenin küresel meşru/yasal ticaret ile meşru/yasal olmayan ticaretle çok yakından ilgili olduğu ortaya çıkıyor.
Teröre başvuran örgütlerin denetlenemez ortamlar yarattığına, güvenliksiz koşullar hazırladığına kuşku yok. Bu ortamlar her türlü sınır aşan faaliyete, kayıt dışılığa izin verdiği gibi alıcı ile satıcının kimliğinin gizlenmesine de olanak tanır. Dolayısıyla teröre başvuran kesimlerin bertaraf edilmesine yönelik çabalar, aslında iki temel gidişata işaret eder. Biri, yasa dışı alış-verişin el değiştirerek devamı, diğeri ise bu sürecin yasal ve kayıtlı alana taşınması. El-Kaide gibi kuruluşlar etkinliklerini sürdürüyorlarsa, yasa dışı düzeyde süren faaliyetlerde ticari rekabetin yasal oyuncularla devam ettiği söylenebilir. Ancak tasfiye olan, etkisini yitiren kuruluşlar varsa, o zaman bu sınır aşan akçeli işlerin yasal ve meşru alana taşınması söz konusu denebilir. Tasfiye edilen bir örgütün faaliyetleri yasal-meşru düzeye taşınırken onların akçeli işlerine talip olacak başka örgütlerin de olacağını hesaba katmak, daha önceki örgütün faaliyetlerinden kar sağlayanların yeni örgütlere yatırım yapabileceğini düşünmek gerek.